Bir kez daha okumak istiyorum.. Bir kez daha okuyup neleri kaçırdığımı görmek istiyorum.. Çünkü uzun zamandır yeni basılmış olup da bu kadar nefes nefese, bu kadar telaşlı okuduğum bir kitap olmadı..
Ama ilk aklıma gelen hemen daha yenilerde okuduğum, çok severek okuduğum U. K. Le Guin’in bir pasajında (Woolf ‘e de atıfta bulunduğu ) aşağıdaki cümleleri getirdi… İyi bir romanın,iyi bir karakterin belki de tüm özellikleri vardı Halil’de.
”
BUNDAN elli yıl kadar önce, Virginia Woolf adında bir kadın, Richmond’dan Waterloo’ya giden bir trenin kompartımanında, adını bilmediğimiz bir kadının karşısında oturmuştu. Kadının adını Bayan Woolf da bilmediğinden ona Bayan Brown adını takmıştı.
Temiz fakat yıpranmış, abartılı düzenliliği paçavralardan veya kirden daha fazla fakirliği çağrıştıran yaşlı hanımlardan biriydi: Her şeyi ilikli, bağlı, tutturulmuş, yamanmış ve temizlenmişti. Ona ıstırap veren bir şeyler vardı, görünüşü kederli veya endişeliydi, üstelik çok da ufak tefekti. Temiz küçük botları içindeki ayakları yere ancak değiyordu. Ona bakacak kimsesinin olmadığını, kararlarını kendi başına vermesi gerektiğini, senelerce önce terk edildiğini ya da dul kaldığını, belki de tek oğlunu büyüterek geçirdiği sıkıntılı, ziyan olmuş bir hayatı olduğunu ve oğlunun artık kötü yola sapmaya başladığını hissettim (“Bay Bennett ve Bayan Brown”).
Müzmin bir işgüzar olan Bayan Woolf, yaşlı hanımla yanında seyahat eden adam arasındaki bölük pörçük konuşmalara, sıkıcı yorumlara, akıl sır ermez işlerle ilgili ayrıntılara kulak misafiri olmuştu. Sonra Bayan Brown birdenbire “Acaba yaprakları iki yıldır tırtıllar tarafından sürekli yenen bir meşe ağacı ölür mü?” diye sormuştu. Zarif ve meraklı bir sesle söylenen, son derece berrak, çok sarih bir soruydu bu. Yol arkadaşı Kent’teki ağabeyinin çiftliğindeki böcek salgınlarını uzun uzadıya anlatırken, Bayan Brown küçük beyaz bir mendil çıkarıp sessiz sedasız ağlamaya başlamış, adam bundan rahatsız olmuştu. Nihayet adam Clapham Kavşağı’nda, kadınsa Waterloo’da indi. “Elinde çantasıyla kocaman arı kovanı gibi istasyonda kayboluşunu izledim,” der Bayan Woolf. “Çok ufak tefek, çok direngen, hem çok kırılgan hem de çok cesur görünüyordu. Bir daha hiç karşılaşmadım onunla.”
Bu Bayan Brown, der Virginia Woolf, romanın konusudur. Bir tren kompartımanında veya dimağında yazarın karşısına çıkar ve şöyle der: “Yakala yakalayabilirsen! “Ben, bütün romanların karşınızda oturan bir yaşlı hanımla başladığına inanıyorum. Söylemek istediğim şey şu: Bence bütün romanlar karakter ile uğraşır; roman doktrinler hakkında vaaz vermek, şarkı söylemek, İngiliz İmparatorluğu’nun zaferini kutlamak için değil, karakteri ifade etmek için var olur; romanın hem bu kadar hantal, şişirilmiş ve ruhsuz, hem de bu kadar zengin, elastik ve canlı olan formatı karakteri ifade edebilmek için gelişmiştir… Usta romancılar, istediklerini görmemizi karakterler aracılığıyla sağlarlar. Aksi halde, romancı değil, şair, tarihçi, broşür yazarı falan olurlardı (a.g.e.).
Bu tanımı kabul ediyorum. Eleştirmenlerin şu sıralar beğendikleri tanımlardan olup olmadığını bilmiyorum ama umurumda değil; tanrının görünmesi, kıyametler ve diğer çok heceli donuk dini kelimeler hakkında konuşmaya bayılan eleştirmenlere göre bayağı olabilir, ancak bir romancı –en azından bu romancı- için kesinlikle, tamamen ve tek kelime ile doğrudur.
Kişi, insan ruhu, hayat, Bayan Brown, “bize hayat veren ruh”. Yakala yakalayabilirsen!
”
yakalamışsınız Hasan Bey… yakalamışsınız…
Ve hiç unutmayacağım ; hayat yumuşaktır
Kedilerin diş izleri için üzgünüm, onlar pek yumuşak olamıyor.
Özlem Akkaya Çelik
04.01.2016, Facebook