Birazcık Halil’i okumadınız mı daha – Sadık Güvenç

Konya Kulu’dan İsviçre’ye (Almanya’ya denmek isteniyor) çalışmak için giden baba, oğlu Halil’i de yanına alır. Ama ne alma! Halil orada başka dünyaların adamlarına takılacaktır. Böylece Halil ve paradan başka bir şeyi gözü görmeyen babası arasındaki uçurum gittikçe derinleşecektir.

Hasan Sever’in 2014 yılında Ayrıntı Yayınları arasında çıkan romanı “Birazcık Halil” 426 sayfa.

Halil aracılığı ile Avrupa’nın öteki yüzünü ve kendisi gibi türlü kaygılarla Avrupa’ya kapak atmış insanların “renkli” dünyasını izler okuyucu.

Halil’in yurt dışı edilmesiyle birlikte yepyeni bir Halil tipi çıkar karşımıza. Okumanın nelere kadir olduğunu anlar mı okuyucu? Romanın en güçlü mesajlarından biridir bence burası. Uyuşturucu batağından kurtulmasına yardımcı olan birkaç kitap ve arkasından gelen okuma tutkusu.

1990’ların Ankara’sını, gençliğini Halil’in sığındığı teyze oğlu ve üniversite öğrencileri aracılığı ile tanır okuyucu.

Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun, kiminle olursa olsun savaş yıkıcıdır. Frau Basler, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış, nişanlısını bu savaşta kaybetmiş ve halen onun çıkıp geleceğini ummaktadır.

“Kaç kuşak harcandı biliyor musun Şemsi? Savaşanı ayrı, öleni ayrı, kalanı ayrı perişan. Savaş sadece perişanlıktır. Burnumuzu dışarıya çıkaramıyorduk. Neymiş efendim Der Führer konuşacakmış. Evlerde sadece iki kitap kalmıştı: İncil ve Mein Kampf (Kavgam). Bütün dertlerimizi bu iki kitap çözecekti. O ise durmadan konuşuyordu. Lanet olası piç. Bıyığını domuz bokuma soktuğum, konuşup ne yaptı? Hepimizi perişan etti. Fabrika müdürümüz nasıl da bağlıydı ona. İntihar etti. Aynı o domuz gibi. Hitler niye intihar etti Şemsi?” (s.72-73)

Her insanın bağlı olduğu bir toprak parçası, köyü, kenti, yurdu vardır. İnsanı azmettiren, yaşatan şeydir bu tabiiyet duygusu. Ama yaşananlar, ama bencillik, ama hırs, ama faşizan duygular…

“Neresi benim yurdum? Almanya? Türkiye? Dünya? Hiçbiri? Yurdun dışına atılmak nasıl bir şey? Ardımda hiçbir şey bırakmadan gidiyordum. Dönüp bakacağım, başım sıkışırsa sığınabileceğim, yastıkla baş arasına düş yapacağım bir geçmişim yok.” (s.103)

Yerinden yurdundan kopartılan insanın yerine yurduna bağlılığını sağlayan nedir? Anılar mıdır? Anne sevgisi midir? Anneniz de yoksa ne olacak?

Ya onca ölü arasında evladını arayan annenin acısı nasıl anlatılır?

“Karanlık, soğuk, beton kokuyor. Çift kanatlı büyük bir kapı açıldı. Yatırmışlar masaya… Ortada, büyük bir ışığın altında… Kendimi nasıl üstüne attım bilemedim; Memed’imin ayağı ağzıma girdi… çok üşümüştü…” (341)

Gerçekçi, gözlemci bir bakış açısı var yazarın. Memleket gerçekleridir dile getirilen:

“Daha iki adım öteye gitmeden, korucular bunları çevirmiş. Kimsede tüfek, mermi yok. Hepsinin üstünde okul elbisesi. Bir pınarın başına getirip… ellerini bağlamışlar.” Yutkundu. Gözlerini sıkı sıkı yumdu, açsa Memed ölecek! ‘Açma Döne Teyze, açma!’ diyorum içimden. Ne mümkün! “Hepsini, dokuz kişiler… Hepsini taramışlar. Haber, kızgın uçlu ok gibi geldi burama girdi.” (340)

Akıcı, yer yer kara mizah, kahramanın durumuna göre şive taklidine varan, yeri geldi mi atasözünü, deyimi konduran bir anlatımı var.

“Ne edecen oğlum. Yine de canı sağ olsun. Düşmez kalkmaz bir Allah.” (147)

“Amca, kuyruğu dik tutacak ya, ‘Ne’dicin yegenim, Angara böyük!’ diye karşılık verir.” (392)

“Lan Çelebi iki laf ettin dumur ettin bizi: Biri âlim, biri zalim.” (200)

Kitabın arka kapağında bu eserin Hasan Sever’in ilk romanı olduğu belirtiliyor. Devamı gelecek diye umuyorum. Çıkrıkçılar Yokuşu’nda kendisine emanet edilen defteri her ne kadar kaybetmişse de Halil, onu biri bulacaktır nasılsa…

Hayata tutunmak isteyen sıradan insanların hikâyeleridir burada anlatılan.


Sadık Güvenç
Kaynak: https://www.insanokur.org/birazcik-halili-okumadiniz-mi-daha-sadik-guvenc/