“Selamsız Bandosu” Hüzünleri

Kabuğunu kırmak, yalnızlığına son vermek ve muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isteyen bir Anadolu kasabasının idealist çabasıdır Nesli Çölgeçen’in Selamsız Bandosu[1] filmi. 1987 yılında çekilen bu film, kimi yönleriyle bir Aziz Nesin hikayesi gibidir. Selamsız Bandosu, bütün umutlarını Cumhurbaşkanı’nın kasabalarını ziyaret etmesine bağlayan bir belediye başkanının, rasyonel bir gözle bakıldığında, beyhude çabalarının özetidir… Ama hayat, ne mutlu ki, sadece rasyonelliğin girdi çıktı denklemine sığmayacak kadar büyük, heyecanlı ve görkemli bir mücadeledir.

Selamsız Kasabası adından da anlaşılacağı gibi kıyıda köşede kalmış, kimsenin selam vermediği ve hatta ondan haberdar dahi olmadığı, politikacısının esnaf, ki bu sadece ücra kasabalara ait bir olgu değildir, esnafın ise belediye başkanı Latif’in deyimiyle “halkın öncüsü” olduğu eski zamanlardan kalmış ücra bir yerleşim yeridir. Bu kasaba, kurmak istediği bir bando takımıyla alınyazısını değiştirmek ister. İsteyenlerin başında ise Latif vardır. Latif, kasabasına bağlı, saf ve içten bir belediye başkanıdır.

Sürgünün, göçerin ve göçmenin hikayesi de biraz Selamsız Bandosu gibidir. Bir gün yaşam yeniden yazılmaya başlanacak umuduyla ayaktadır her daim. O yaşam yeniden yazılır mı? Yoksa yaşanandan daha öte bir gerçeklik yok mudur bilinmez ama umut göçerin çıkınındaki tek azığıdır…

Dünya edebiyatında Sürgün Edebiyatı’nın hatırı sayılır bir yeri vardır. Bu edebiyatın ortaya çıkması elbette bir tesadüf değildir. Sürgün’ün hayata bağlanması, yaşıyorum diye haykırması ve yaşadığı alanı doldurmak istemesinin bir sonucudur edebiyatı. Ana tema yaşama isteğidir ana renk ise hüzündür bu yazında… Hem yaşama isteği hem de hüzün, yalnızlığa duyulan öfkeden gelir; gelmesi de son derece anlaşılır bir tepkidir.

“Neden yazmaya başladım?[2]” diye soruyor Gorki. Ve yanıtlıyor: “ezici ve sıkıcı yaşamın doğurduğu baskı ve itilimin sonucu olarak yazmaya başladım.” Yazmak başka bir yazımla üretmek, ilkin yaşamı yaşanabilir kılma çabasıdır ve bu yaşam her şeyden ve herkesten önce bizim bireysel yaşamımızdır. Bütün girdiler bir tarafa bırakılırsa yazmak insanın kendi ruh sağlığını koruma çabasıdır. Bu sebep bile tek başına bir dergi çıkarmak, bir fotoğraf sergisi açmak ve sinema filmi çekmek için yeterli bir sebeptir.

Kurduğumuz cümlelerin, yaşadığımız şehirlerin sokaklarında tanımsız bir söz dizinine dönüştüğünü bile bile neden yazıyoruz? Neden reklamdan geçinmek için dergi çıkarıyormuşuz gibi yapmıyoruz? Neden bu dergiyi bedava dağıtıyoruz hem de kapitalizmin bütün rafineliğiyle yaşandığı bu memlekette? Bu soruların büyük, insanı şaşkına çeviren yanıtları yok. Sade ve basit: böyle istiyoruz da ondan; sağlık reçetemizde bu yazıyor… Bu kadar.

Tekrar Selamsız Bandosu’na dönersek. Belediye başkanı Latif, kasabayı terk etmek isteyen bando şefine: “Bilmem kaç dedemin dedesi burada yaşadı burada öldü. Bazen diyorum kendi kendime çek git ne işin var burada ama yapamıyorum; havasından mı suyundan mı işte bırakıp gidemiyorum” Herkes Latif gibi değil hayatta. Bırakanlar, gidenler, gittikleri yerleri bir daha dönüp görmeyen ve beğenmeyenlerle dolu etraf. Latif’in mücadelesi biraz da biz sürgünlerin mücadelesine benziyor. Yanı başında bütün albenisiyle akıp giden bir piyasa ve bizlerse inatla kasabamızı güzelleştirme derdindeyiz. Kasabamız da, onu daha güzel yapabilme çabası da bizim inadımız. Ne güzel…

Soru sorulurken hep bunu hatırlıyorum. Niye yazıyorsunuz diyorlar, dönüp niye yazmıyorsunuz diyorum. Niye yapıyorsunuz ki bu işi diyorlar niye siz de yapmıyorsunuz diyorum. Uzun, sonunda dünyanın ve insanlığın muhteşem kurtuluşunu muştulayan cümleler kurmak gerekmiyor. Akacak kan durmaz ya hani damarda. (Bize böyle öğrettiler. Ne de olsa silah ve istila ağırlıklı bir tarihten geliyoruz.) Oysa ki yazılacak kelime kalemde durmaz da denebilirdi. Denmemiş şimdi bunu söylemeyi deniyoruz.

Bu bir hüzün müdür? Evet, çünkü aşk ve savaş hüzün denklemindedir. Hem sürgünde hem de öteki yakada olmak böyle bir şey olsa gerek. Sonunda ne cumhurbaşkanı ne de tekel bereketi(!) uğrayacak sayfalarımıza. İnsan kendinden çıkar yola ve varsa biraz da talihi kendine döner sonunda. Budur bütün mesele…

Hasan Sever
Zürih, 19 Haziran 2006, Öteki İsviçre Dergisi

[1] Selamsız Bandosu, yön: Nesli Çölgeçen, Oyuncular: Ş. Şen, U. Yücel, A. Uyandıran,1987
[2] Maksim Gorki, Edebiyat Yaşamım, çev: Şemsa Yeğin, Payel Yayınevi, 1978, syf. 38