Bir gün sonsuzluk değilse, sonsuzluk bir gün hiç değildir. Anlatım ustalığı, dar zamanda gerek. Tıpkı dar alanda kıvrak çalımlar atabilen futbolcunun makbulluğu gibi. Fakat biz, bir günü de anlatmaya kalksak katta o günle sınırlı kal(a)mıyoruz. Niye? Çünkü o kadar becerimiz yok. Peki, bir günün sınırlarını aşmadan o günü anlatmak mümkün mü?
Bir Osmanlı Alimi yanıtıyla işe başlayayım. Bu, o günün muhtevasıyla ilgili. (Fıkra şöyledir: Osmanlı’nın bir vaktinde, hendese alimleri “üçgenin iç açılarının toplamının kaç ettiği” gündemiyle toplanırlar. Toplantıdan şu karar çıkar: “Üçgenine bağlı”) Sadece o günle ilgili bir hikayemiz var mıdır? Örneğin bugün. Sadece bugünle sınırlı; dalları, komşu bahçenin çimini gölgelemeyen bir hikayemiz mevcut mu? Mevcut diyelim; bunun bir çekiciliği olur mu?
Galiba, daha büyüğünü ne beynimiz ne de yüreğimiz kaldırabiliyor. Yine kolaya kaçıyor, problemin zor tarafını görüp çarpım tablosu ezberliyoruz. Bir ömür eşittir üç boğum o da eşittir bilmem kaç sene o da eşittir bilmem kaç kaç saat. Ya gerisi; gerisi koca bir — Bizden sonrası tufan; kalanların canı cehenneme. İnananlar için yazıyorum: Allah geçinden yolunuzu cennete düşürsün; görüşmeyelim.
Sonsuzluk ve Bir Gün
Bu saatten sonra dahi, her öğrendiğim kelime için para ödemek zorunda kalsam; en iyi bildiğim dil için bile çok yüklü bir variyete sahip olmam gerekir. Hele ki anadilim; onun için yeniden doğmam gerekiyor. “Sonsuzluk ve Bir Gün” İtalya’dan Yünanistan’a dilinin peşine düşmüş şairin peşine düşmüş yazar-şairin hikayesidir; peş peşe bir hikaye. Baş rol oyuncusu bana hep Can Yücel gibi göründü. Yaz kış paltosu sırtında…
İkinci kez izledim. Daha öncesinden aklımda kalan bir şey yok: Boş.
Öyleyse, her gün bir sonsuzluğu yaşıyoruz. Zaten bugünü, dünü, yarını referans vermeden sonsuzluk tarifi yapamıyoruz. Biz, zamansal sonsuzlukları bünyesinde fanileştirmiş yegane canlılar değil miyiz? Sonsuzluk, bir tek insan teninde sona ulaşmaz mı? Tuhafız. Nasıl yapabiliyoruz bilmiyorum ama kendimize bir son yaratmakta büyük maharet gösteriyoruz.
Sonsuz bir Software’iz. (Bunu şöyle de yazabilirim: Sonsuz yorum yetisine sahip, sınırlı satırda bir işletim sistemiyiz. Zaten bize sonsuzluk katan şey satırlarımız olamaz çünkü onlar bünyeyle sınırlanmış bir alan içinde bulunuyorlar. Sonsuzluğumuz; yorum gücümüzde yani üretkenliğimizde gizli; çünkü biz sadece bu sayede bünyemizi (sınırımızı) aşabiliyoruz). Her içimize aldığımız hikaye (script) ortaya (bizde) yeni yeni sonuçlar çıkarıyor. Bilmiyor olabiliriz ama müthiş cesaretliyiz. En bilenimiz dahi koca bir cahil. Bir film seyretmek, bir kitap okumak, bir hikaye dinlemek ne demek? Hangisinin içimizdeki hangi kodla nasıl ve nerede çakışacağını bilebiliyor muyuz? Aslında her gün yeniden intiharla sınıyoruz kendimizi. İşte bu yüzden, bana kitap/film/hikaye hediye/tavsiye edenlerden nefret ediyorum. Al, oku ve yok ol! (Sistem, beklenmedik bir hatayla karşılaştı: “Yok Et” “Bekle” “Geç” Kolaydı, ya geçemez, ya yok edemezsen!) Peki biz buna niye boyun eğiyoruz? Paketlenmiş, kurdelesinin derisi soyulmuş lüle lüle süslerle buyur edilen ölüm fermanlarımıza neden büyük bir heyecanla sarılıyoruz? Neye rağmen? Sadece, içimizdeki Software’e bir iki satır ekleyebilmek için; hepsi bu.. Takdire şayan yaratıklarız; yok olma riskini göze alarak gelişiyoruz. (Sistem, başarıyla güncellendi. Değişiklikleri uygulamaya sokmak için sistemi yeniden yükleyiniz: “Sistem Şimdi Yüklensin” “Daha Sonra Yükle”) İşte bu yüzden, bana kitap/film/hikaye hediye/tavsiye edenleri çok seviyorum…
Bir de bu işin yaratıcıları var; cellatlarımız yani. Ne güzel de yazıyoruz: Sevdiğim yazar/şair/yönetmenler … Ne ala! Katillerimize aşık olmuşuz da haberimiz yok.
Ne güzel öldürdün beni!
Diye başlayan şiir olur mu hiç? Olmaz, zira ölüler şiir yazmaz. Ne mutlu! Budur bizi hayatta tutan çook büyüük düşük olasılık; bazen ölmüyoruz ve biz hep o “bazen”in peşinde koşuyoruz.
Ateşe pervane olan kelebek misali
Bir haftalık ömrümüz var
Köze gelsek ne olur
Belki de böyle düşünüyoruz. Ne bilim…
Unutmadan, “Sonsuzluk ve Bir Gün” böyle bir film.
Şimdi… Size bu filmi tavsiye etsem, nefretinizi mi yoksa sevginizi mi hak etmiş olurum?
Hasan Sever
Zürih, 19 Ocak 2010
Not:
Feyruz’u dinliyorum
Kaçak bir ülkenin
Kaçak bir evinde
Kaçak bir radyo dinler gibi
Turkuaz
Gök mavi
Sığ deniz
Le Beyrut
İçim
İç savaşım
Beni anlatıyor
Ben anlamıyorum.
Le Beyrut – Müzik-Video:
http://www.youtube.com/watch?v=OCsRiB9YEFM
Le Beyrut – Söz – Şiir: http://www.itusozluk.com/goster.php/li+beyrut