Ortaokul arkadaşlarım, beni muhtemelen “Abur cubur Abdullah”ı söyleyen çocuk olarak hatırlıyorlardır. Okuldan gündüzlüler el etek çekip, akşam etüdü de tamama erdirildikten sonra, yatakhanelerimize geçer ve on on beş dakika süren harikulade yatakhane muhabbetleri yapardık. 1980’lerin ortası, Mahzuni yeni bir kaset çıkarmış. Kasetin adı “Abur cubur adam”
“içi yalan, dışı yalan
her bakışı bin bir plan
gül boyanmış kara yılan
abur cubur abdullah”
Bir vesileyle, arkadaşlarıma duyurmuş olmalıyım, yoksa, misal, Sarhoş kaseti kadar meşhur bir kaset değildir Abur cubur adam, arkadaşların haberdar olması mümkün değil. Neredeyse bir ay ay boyunca her akşam benden bu türküyü istediler. Hiç nazlanmadan söylerdim.
Büyüdük.
Universiteye başlamakla birlikte saz çalmaya da merak saldım. Evde saz var. Aziz ağabeyim bir şekilde edinmiş. Sıraya koymuş, çalıyoruz. En iyimiz, en küçüğümüz, İAS. Bir yaz tatili, köy evimizin önündeki sekiye oturmuş, tamamını becerebildiğim ve büyük bir coşkuyla çalabildiğim, “felek çakmağını üstüme çaktı” türküsünü çalıyorum. Çalıyorum derken, aklımda Musa Eroğlu’nun “sound”u fakat, muhtemeldir ki benim tellerden dangur dungur ses çıkıyor. Birden Hıdır Abi gözüktü. Hıdır Abi; koca el, koca cüsse, mukallit, şeker şerbet bir insan. Avdan geliyor.
“Hasan, vur saza da dinleyek” dedi. Biliyorum. Hıdır Abi güzel cura çalar. Sanki, ‘vur saza’ dememiş de, ‘ver sazı’ demiş gibi, sazı hemen Hıdır Abi’ye uzattım. ‘Yok, sen çal diyecek’ oldu, üsteledim. Sazı eline aldı ve,
“O zaman sana Mahzuni perdesini göstereyim” dedi ve ayak üstü Mahzuni’den üç dört türkü çalıp, sazı bana uzattı ve kayboldu. Hala ararım o perdeyi. Ve hala bulabilmiş değilim.
Mahzuni’nin iki çeşit kaseti çıkardı. Çoğu kasetleri Elbistan ve çevresinde dinlenir, onlardan çok daha azı da ülke çapında dağıtılırdı. Sadece bölgeye dağıtılan kasetler, tek saz ve ilkel sayılacak stüdyo şartlarında kaydedilirdi. Ve ne tuhaftır ki, Elbistan ve çevre köylerde en çok bu tarz kasetleri dinlenirdi. Onlardan en muhteşemini yazının sonunda misal olarak vereceğim.
Mahzuni hastalanmış, tedavisi Almanya’da görülüyordu. Kampanya başlatıldı. Ben de sürgünümün ilk yıllarını yaşıyorum. Almanya’daki hesaba, karınca kararınca katkımı iletebilmek için Zürich’te dört dönmüştüm. Ve ne muştu: İyileşti. Ülkesine, toprağına döndü. Türküler üretmeye devam etti. Lakin artık darbe yemiş bir bünyeydi. Yine Avrupa’ya tedaviye geldi ama bu sefer, gözü kapalı dönmek zorunda kaldı. Ardında, değil bir ömürde, on ömürde dahi üretilemeyecek kadar türkü bıraktı.
Geldi türkülü, gitti türkülü.
Elbistan’da doğup Akdeniz’e ulaşabilen, benim bilebildiğim, iki ırmak vardır. Birincisini coğrafya kitapları yazar, Ceyhan Nehri; ikincisi için türkü atlasına bakmak lazımdır: Aşık Mahzuni Şerif.
Demin bahsettiğim türküsü de tam bu duruma uygundur. “Bugün ben şahımı gördüm” Elbistan’da toz, toprak, taş, diken içinde doğar; Akdeniz’e varmadan, Mut Kalesi’nden denizi gözleyen Musa Eroğlu’na uğrar. Musa Eroğlu, alır o türküyü; denize dökülmeden önce deltalaşıp, zamanla verimli bir ovaya dönüşen ırmak gerdanı gibi işler. Çoğu insan bilmez bunu. İşte o ovanın ırmağı, ta Elbistan Ovası’ndan derdini alıp getiren Aşık Mahzuni Şerif’tir. O, belki de yüzyıllar sonra, Elbistan’da dile gelmiş Shakespeare’dir:
Shakespeare, 66. Sone (son iki dize):
“Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.”
Can Yücel tercümesi:
“Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.”
Mahzuni’nin dizeleri:
“Mahzuni geçeyim dedim
Ecelden İçeyim dedim
Dünyadan göçeyim dedim
Sevdiğimden intizar var”
Hatırlayanı ve dinleyeni çok olsun.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Hasan Sever
Zürih, 17 Mayıs 2014
Mahzuni Yorumu:
Musa Eroğlu Yorumu:
17 Mayıs 2020 tarihli ek:
Yıllar evvel Mam Hasan’ın evinde “Sarhoşum Dünyada”yı ilk kez dinlediğimde çarpılmıştım. Arka sıralarda kalmasına hep üzüldüğüm bir Mahzuni türüküsüdür. Mahzuni’ye Saygı albümünde O’na denk gelince çocuklar gibi sevindim… Hayko Cepkin fevkalade yorumlamış…
Orijinal yorum (Müzik şirketi türkünün adını yanlış girmiş):
Hayko Cepkin yorumu: