Korsan Marcos

Resmi Tez için bakınız:

Birinci Bölüm

Yer, Başkorsanlık Gemisi’nin kabul odasıdır. Korsan Marcos, Gemi Komutanı ve köşede Vakanüvis bulunduğu halde, Prenses İrene, babası Antuan tarafından kolundan tutulup huzura getirilir. Kızını siyasi hesaplarına kurban eden baba, karşılığında Türklerle savaşmak üzere Korsan Marcos’un deniz gücünü ister. Pazarlık bu minval üzeredir ama tarih, başka bir vadiye akar. İşte o vadi.

Korsan Marcos: Prenses İrene Hazretleri, gönül deryama, deşti döşüme hoş geldiniz. Biliyorum, bir Türk’e gönül vermiş durumdasınız; itirazım yok. Gönül bu… karışmaya gelmez; fakat sizi temin ederim, sevdam, bütün siyasi hesapların ötesindedir. Gördünüz. Demincek sizi buraya getiren babanız; size, postacının adrese teslim ettiği herhangi bir pakete gösterdiği özeni dahi göstermedi. Ama ben öyle değilim; sizi seviyor, önemsiyorum.

Prenses İrene: Yorgun ve şaşkınım.

Korsan Marcos: Ha ha ha. Lütfen kötüye yormayın. Öfke yüklü gülüşüm, tarihin cilvesinedir. Ve biliyorum, üstümüzdeki psikolojik harekat büyüktür. Hakkımda fena düşünmenizi yadırgamıyorum; ama isyanımdan ve sevdamdan da vazgeçmeyeceğim. Kati bir karara varmadan önce, bir parça olsun kalbimi ve onun sözcüsü olmuş dudaklarımı dinlerseniz, dünyanın en bahtiyar bahriyelisi olurum. Acele olsun istemiyorum. Acele işin karışanı çok olur. Bekleyin. Ruhumun beslendiği suları seyredin. Rüzgarı döşünüze alın. Yelkenlerim yırtılıp çürüse, dalgalar bedenimi kimsesiz kıyılara sürüklese de, acele etmem; beklerim.

Prenses İrene: İsa aşkına neler söylüyorsunuz? Bu sözleri, geçen yaz, misafir prenses olarak üç ay geçirdiğim Habsburglar’ın sarayında bile duymadım.

Korsan Marcos: Habsburglar’ın sarayı ha? Ah o güzel şehri, Şehri Seher’i kanı bozuklara verdiler ya, içim yanıyor. On4, 10beş yıldır, canını almadıkları sokak, cadde kalmadı. Köstebek misali her tarafa alt geçit kazıp, olur olmaz yerlere leylek yuvası gibi üst geçit kondurdular. Lütfen, kabalaştıysam bağışlayın, fakat haksızlık oldu mu kendimi tutamıyorum… Alplerin gürbüz çayırıyla beslenmiş herhangi bir Milka ineğini alıp o koltuğa oturtun, eğer daha çok yakışmazsa, yelkenlerimi keserim. Heyhat… Hala aynı yerde mi? Tepede, şehre hakim; fitnenin, fesadın merkezi. Torpil, adam kayırmaca, şövalye imtihanında yandaşlara cevap anahtarı dağıtma. Lütfen daha fazla onlardan bahsetmeyelim, içim kaldırmıyor.

Prenses İrene: Evet ama çok büyümüş. Saraya, son dört yılda, sağlı sollu iki büyük bina daha katmışlar. Kabul odaları, yortu için büyük çadırlar, yemyeşil bahçeler, laleler, sümbüller, havuzlarda kırmızı balıklar; görseniz tanımazsınız.

Korsan Marcos: Saygıdeğer, kainatın en güzel dilberi, bu dediklerinize hiç şaşırmadım. Bir korsan atasözü, “Yolsuzluk artarsa, saray büyür” der. Biz niye kendimizi sarı bozkırdan, lacivert sulara vurduk? Asırlar sonra, Constantinopolis’in Fanarion’una forma olmak için değil elbette! Korsanlığımız, lakabımızdır; lakin haksızlığımız yoktur. Biz ki, “okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpü”nün hesabını sorarız.

Prenses İrene: Tanrım! Çok hızlı bir diyalog oldu. Duygularım param parça. Ben sizi çapulcu, ırz düşmanı, zorbanın teki sanıyordum. Şimdi ama… Aman tanrım, ne oluyorum?

Korsan Marcos: Kendinizi, güzel canınızı yormayınız lütfen. Türkler, “kişi kişiyi, kendi gibi beller” der. Size beni anlatanlar, belli ki bu kavramlarda kayık yüzdürüyorlarmış… Şimdi… Sizi daha fazla yormadan, odanıza aldıralım. Ben, eğer müsaade buyurursanız, düğün hazırlıklarını başlatacağım…

Prenses İrene, şaşkınlıktan olduğu yerde çakılı kalır. Korsan Marcos, gemi komutanına döner,

Korsan Marcos: Civar köyleri dolaşın. Toprak ağası, mütegallibeye acımayın; bütün depolarını boşaltın. Fakir köylü, emekçiye nezaket gösterin; ellerinde ne kadar fazla şarap, yiyecek ve konfeti varsa satın alın. Cimrilik ve pazarlık yapmayın.

Prenses’e dönerek,

Korsan Marcos: Prenses hazretleri, bilmezsiniz, bunu anlatmamışlardır, ben pazarlıktan nefret ederim. Pazarlık, şarkın en büyük ikiyüzlülüğüdür.

Tekrar gemi komutanına döner,

Korsan Marcos: Evet! Köylü bir derse, iki; iki derse dört verin. Herkesi çağırın. Çoluk, çocuk, genç, yaşlı; bilhassa Türkleri davet edin. Nazlıdırlar, hemen “he” demezler, ısrarcı olun.

Yine Prenses’e dönerek,

Korsan Marcos: Biliyor musunuz Prenses Hazretler, şu Türkler, çok nazlı insanlar. Aşık usandırır kabilinde nazlanır, lakin piste çıktılar mı durdur durdurabilirsen. Aslında düğüne bayılırlar. Davul-zurna çalın, peşinizden sefere çıkarlar. Çok dostum var, iyi insanlardır.

Tekrar gemi komutanına döner

Korsan Marcos: Unutmadan, Tırşık yemeği mutlaka yapılsın. Coğrafyamızın en eski düğün yemeklerindendir, köklerimizden kopmayalım.

Komutan çıkar.  Korsan Marcos, Prenses’le baş başa kalır.

Prenses İrene: Tanrım, bu kadar detayı, bir erkek olarak aklınızda nasıl tutuyorsunuz? Bizde erkekler; yemek, içmek, ava gitmek ve yataktan başka bir şey düşünmezler.

Korsan Marcos: Açık denizler Prenses Hanım, açık denizler

Hava attığını fark edip, cümlelerini yeniden tanzim eder.

Korsan Marcos: Zihnimi açan, zerresinde tuz taşıyan şu rüzgardır; fakat saray soytarıları ondan kaçmak için duldalara sığınırlar. Sığ sular, duvar dipleri, saray lokantaları, başkent lobileri insanı köstebeğe çevirir. Ve köstebekler, Prenses Hazretleri, kördür.

Prenses İrene: Aman tanrım! Köstebekler kör müdür?

Korsan Marcos: Bakın, yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Bu, maalesef, güzelliğinize tezat, içinde yüzmeye çalıştığınız kültür deryasının kum dolmuşluğunadır. Yanımda kalın Prenses Hazretleri, size belki aşk veremem, ama sizi, dünyayı anlama huzursuzluğuna erdirebilirim.

Kapı çalınır. Gemi komutanı kapıdan, Aşcıbaşı’nın bir maruzatı olduğunu bildirir. Korsan Marcos, eliyle gelsin yapar. Aşcıbaşı  süklüm püklüm içeri girer.

Aşçıbaşı: Efendim, menüde Tırşık da olsun istemişsiniz; fakat bu yemeği bilmiyorum. Türk dostlarımı aradım, onlar da bilmiyorlarmış?

Korsan Marcos: Yazıklar olsun! Hangi mutfak mezunusun sen?

Aşçıbaşı: Beynelmilel; fakat bitirme tezim Akdeniz.

Korsan Marcos, Prenses’e dönerek,

Korsan Marcos: Git gel, Akdeniz yani. Bakınız, Prenses Hazretleri, bu çağda bir Fach İdiot. Bunun, evlerden uzak, bir de 21. asrını düşünün. Adam Akdeniz’i biliyor, fakat onun bir çentik üstünden habersiz.

Aşçıbaşına dönerek, devam eder,

Korsan Marcos: Sen şimdi Kömbe de bilmezsin? Varsa yoksa kereviz, değil mi?  (burada, manzum şeklinde yazılmış bir bölüm okunamıyor bn) Akdeniz’e boyun uzatmış şu kısrağın, her gün kereviz yediğini mi düşünüyorsun?

Aşçıbaşı: Efendim, Prenses Hazretleri’nin yanında beni çok ezdiniz.

Korsan Marcos: Öyle mi? Çok mu zorunuza gitti? O halde Tırşık için niye Türk dostlarını arıyorsun? Bilmiyor musun o bir Kürt yemeği. Çık, bir Kürt bul, sana ezberden tarif versin.

Aşçıbaşı: Fakat nasıl olur? Anadolu Türk diyarı, Kürdü nerede bulacağım?

Korsan Marcos: Hele hele! Kombeyi bilmez ama resmi tezi bilirsin. Kıyı şeridi, orta sınıf Kürt dolu; fakat kimliklerini saklı tutuyorlar. İnternet’ten Beytocan’ın son albümünü indir. Unutma, Beytocan’ı arayıp hesap numarasını al; hırsızlık yapmış olmayalım. Kıyı kahvelerinde, kahvecinin müsaadesini alarak, bir müddet çal. Kim çayını soğutursa bil ki Kürttür. Çevreye belli etmeden yanına otur, rızasıyla, tarifi alıp gel. Ayrıca, bu detaylarla beni daha fazla meşgul etme. Git şimdi! Dertli başıma, bir de Kürt sorunu çıkarma, sonra çözülmesi asırları bulur. Bak, misafirim var. Ve bütün sorunlar ona feda olsun.

Aşçıbaşı, içeri girdiğinden daha perişan bir halde çıkar.

Korsan Marcos: Prenses Hazretleri, şimdi siz durumu abarttığımı sanacaksınız, ama değil. Evet kabul ediyorum, diyaloğu yazan hayranım; fakat sizi temin ederim çıkar ortaklığımız yok. Gördüğünü yazıyor, ne diyebilirim?

Prenses İrene: Esas ben ne diyebilirim? Gönlümü bir battala, aklımı bir korsana kaptırdım, Param parçayım.

Korsan Marcos, içinden, “İnatla yanlış yazıyorsun! ‘Paramparça’ bitişik yazılır, vakanüvis efendi” dedikten sonra,

Korsan Marcos: İkidir bu kelimeyi kullanıyorsunuz. Müslüman olsam Allah size söyletiyor derdim; fakat kim söyletiyorsa güzel söyletiyor: Paramparça. Tıpkı evrenimiz gibi. O gövel başınızı kaldırıp yukarıya bakın; şaire şiir, aşığa maşuk, abdala ayan olan güzellik, aslında bir parçalanmışlıktır. Asırlar sonra buna, Büyük Parçalanma diyecekler, biliyor muydunuz?

Prenses İrene: Kuzum, siz beni buraya izdivaca mı, yoksa cahilliğimle taşkala geçmeye mi getirttiniz?

Korsan Marcos: “Taşkala?” yeni bir kelime, ilk kez duyuyorum. Gördünüz mü, bir kelime öğrettiniz bana. Bilir misiniz, size kaç yıl borçlandım? Ayrıca, biz cehaletle savaşırız, onunla “taşkala” geçmeyiz. Nasıl, cümlede doğru kullanabildim mi? Hem bir Çin atasözü, “başkasının cahilliğiyle dalga geçen, kendi cahilliğini göremeyendir” der.

Prenses İrene: Lütfen! Daha fazla devam edemeyeceğim. Söyleyin tanıdığınıza bu diyaloğu bitirsin, zaten sizi çok az anlıyorum; posta, paket, psikolojik harekat, büyük parçalanma, torpil, yandaş, Fach İdiot, İnternet ve daha bir sürü şey. Nedir bunlar kuzum?

Korsan Marcos: Kendinizi, güzel canınızı üzmeyiniz. Bunlar geleceğin kavramları. Günlük hayatta hiç ihtiyacınız olmayacak. Siz şunu bilin yeter: Korsan Marcos kurban olsun size.

Korsan Marcos, vakanüvise döner, eliyle “cut” işareti yapar…

İstanbul Latincesi’nden tercüme eden:

Hasan Sever

Zürich, 26 Eylül 2011