Ölü Kedi

Kazım Koyuncu’nun Anısına Sevgiyle…

Yazılmış her yazı yer üstüne çıkmış bir su kaynağıdır. 
Okunmuş her cümle insana ulaşmış bir yudum sudur. 
Suyun/Cümlenin şansı toprağı/insanı bulmasında, toprağın/insanın
                                 şansı suyu/cümleyi almasındadır. 
Dört kitabın kudreti budur aslında. 
Kudret ne kitapta ne de o kitabı okuyan insandadır.
Kudret, ki varsa elbet, ikisinin vahdetindedir. 
Kim kime muhtaç kime ne! 
Berisi ve ötesi yoktur vuslatların. 

Siz hiç, bir şafak vakti, yol kenarına fırlatılmış bir kedi ölüsünü sevdiniz mi? “Biz kedi sevmeyiz” diyorlar da bu soruma, taş olmuyorlar. Yol kenarına fırlatılmış bir kedi ölüsünü görüp de sevmeyen taş değil de nedir!

Niçin uyanır insan, içindeki vicdan kör uykularda benliğini şaşırmışken. Niçin sever gibi görünür, cümle sevgisizliği bir marifet gibi koltuk değneği yaparken.

Hesabı sorulmuyor yaşamların, defteri kebirinde yapılmış bunca sahtekarlığa rağmen. Tahsildar, heybesinin şişkinliğinden bilinirmiş ya, işte tam da o marifet. Tuz koktu diyorlar şimdilerde. Tuz kokmuşsa şu cihanda cümle kurdun kuşun katlidir gelen vakitler. Kurdun kuşun olmadığı cihan insana zindan; hayata azmandır…

Filmin sonuna bakmadım, bakamadım… Öylece duruyor son DVD; açılmamış halde kınında. Cesaret edemedim bakmaya. Bir yeşili koparmanın, bir maviyi karartmanın manası yok! Her renk kendi cümbüşünde balkırken güzel. Belki bir şair korkaklığı, belki de bir sürgün ürkekliği. Dokunmamak lazım kimi zaman. Dokunduğun dokunduğun andan öncekinden farklıdır aslında. Yani senin gördüğünle görmek istediğin asla bir ve aynı değildir. Çıplak gözle görmek bile etkiliyorsa tılsımını, içe içlere dönmek lazım. Her beşerin, kendi iç yazısında yeşeren ürüne bakmak lazım. Dış alem bir görüntüler, kırılmalar ve yansımalar kirliliğidir. Unutmam…

Acelesi yoktu; yazmıştım daha evvel de. Acelesi yok bu diyarları terk eylemenin. Bir türkü, kilam ve şarkı melodisinde demlenmeden gitmelerin manası yok.

Kurtarılacak kıyılar, çıkılacak dağlar ve yürünecek şehirler beklerken devrimci çocukları, o çocukların “ben yokum” demeye hakları yok. Bir gün doğumu gibi, bir seher vakti ve yeli gibi daim olmak yaraşır bizlere… Bilirsin, “Seher yeli nazlı yare / Bildir beni bildir beni” diyor ya Kul Ahmet, aslında kulluğundan değil ozanlığındandır istirhamı. Bildirmedik daha seni; veya sen, henüz bildirmedin meramını…

Çok da takip etmedim gerisini. Kimi çocuklar var, esaslı notalar çalıyorlar diye geliyor kulağıma; dinlemedim. Mesele sadece esaslı notalarda değil biliyorsun. “Dünyanın Bütün Sabahları” filmde “Sen” demişti ustası, “iyi bir müzisyen olabilirsin ama bir sanatçı asla.” Çünkü talebesi, el çabukluğu marifetini sanat sanıyordu. Yanılıyordu. Bize sevgili Arkadaşım, sanatçı lazım(dı).

Bize, marifetlerini vicdan, yürek ve akıllarıyla yoğurmuş insanlar lazım(dı).

Oysa bize, sadece zeka ve marifetten müteşekkil insanlar sunuyorlar. Mekanik ruhsuzluğunda, zanaatkar kabalığında ve hokkabaz çabukluğunda insanlar çıkıyorlar orta yere. Orta yerde kocaman bir boşluk Arkadaşım, bu boşlukta dön ha dön ediyorlar. Şimdi o orta yerde dönen mahlukların suretinde bir ülke oldu yurdum. Yurdum, saraydan kovulmuş bir soytarının göz pınarlarında; ne ağlasa ne gülse çare…

Sevgiyle kal…

Hasan Sever

Zürih, 25 Haziran 2017