Çakmak’tan Başbuğ’a Bir Nazım Hikayesi

Nazım Hikmet, Piraye, Kemal Tahir, 1940, Çankırı Cezaevi.

Acılarından besleniyoruz / O kadar az ki sevinçleri.

Çankırı Cezaevi’nde Piraye’yi bekleyen Nazım’ı düşünün: Etinin her gramında özlem, acı ve keder olan bir Nazım. O Nazım ki, acısını dindirmek için, Piraye’ye haksızlık edip, “altı kadından biri sen değildin ama / beş yüz erkekten biri bendim” der. Piraye, ki bence, muhteşem bir kadındır, İstanbul’dan yollara düşüp, tutucu Anadolu’nun en tutucu şehirlerinden birine, sevgilisine, gelebilen; utancını yenemese de, sevgilisini kıramayan bir kadındır. Hatta Çankırı’ya yerleşir de. Fakat çare değildir. Anadolu’nun hapislerini ezber etmek için daha uzun seneler vardır önlerinde. Gün gelir, yine öyle bir mahpus görüşünden sonra ayrılırlar. Piraye, kalesine, kendisine çekilir. Büyük, çok büyük kadındır. Nazım bir o yana bir bu yana çırpınır. Münevver girer hayatına; fakat bir şey hiç eksik olmaz: Acı. 

Acılarından besleniyoruz,
O kadar az ki sevinçleri.

Fevzi Çakmak’ın, Nazım’ın uzun hapisliğinde başrol oynadığı hep iddia edilegeldi. Hatta, Çakmak’ın, Nazım’ı yatırmakla yetinmeyip, öldürmek için komplo hazırladığı ve komplodan haberdar olan Mustafa Kemal’in Nazım’a haber salarak komployu boşa çıkardığı bile söylendi. Fevzi Çakmak Nazım’ı “bertaraf” etmek istediği zaman Genel Kurmay başkanıydı; askeriyenin en tepesi ve dolayısıyla, Mustafa Kemal’in de en gözdesi. İşte Nazım’in Fevzi Çakmak hakkında düşündükleri:

“Yalnız bir habere, bir dedikoduya şaştım ‘Cumhuriyet’ gazetesi ‘Ankara’ gazetesinden naklen yazdı, Mareşal (Fevzi Çakmak Paşa bn) bana selam yollamış, affımı müjdelemiş. Şaştım, diyorum, hayır daha doğrusu kahkahayı atasım geldi. Dokuz yıldan beri kanunsuz, haksız yere hapislerde sürünmemde başlıca amil olan bir insan bana selam göndermeye cesaret edebilir mi, farzımahal o böyle bir selam göndermeye kalksa ben onun selamını, kelamını – her şeyi bırak – sırf seni (Piraye bn) ve çocuklarımı dokuz yıldır öksüz yaşattığı için, kabul eder miyim?” (Memet Fuat, Nazım Hikmet, Adam Yayınları, 2000, Sayfa 394)

Yıllar geçti. Nazım Moskova’da, serin bir Moskova “bahar” sabahına uyanamadan aramızdan ayrıldı. Üstelik kendi dilinde, kendi ülkesinde basılmış tek satır şiirini okuyamadan gitti: Ölümden bile korkunç.

(Mareşal) Fevzi Çakmak (Paşa), Türkiye Cumhuriyeti’nin, 24 yılla, en uzun genelkurmaylık görevini ifa ettikten sonra, evvela Demokrat Parti, ardından Millet Partisi’ndeki performansıyla Türkiye sağındaki yerini sağlamlaştırdı. 10 Nisan 1950 tarihinde, kendi toprağında, kendi insanları  arasında hayata gözlerini yumdu. Genelkurmaydaki makam odası, tam 74 yıl boyunca ülkenin kederine ferman okudu. 74 yıldan sonra, alt-rütbedaşı İlker Başbuğ zamanında müzeye çevrildi ve Fevzi Çakmak’ın ruhu balmumundan yapılmış heykelinde vücut buldu. O ruh, Nazım’ın canına okumak isteyen o ruh, o odayı hiç terk etmemişti zaten.

Bu sefer, aradan çok senelerin geçmesine gerek kalmadan, Fevzi Çakmak’ın odasını müzeye çeviren iki “rütbedaş” çatışıverdiler. Sivil “rütbeli,” askeri “rütbeli”yi galebe çaldıktan sonra, asker yeni (eski) bir dünyanın varlığını gördü: Acı.

Paşa,

“Aramıza hoş geldiniz,” diyemiyorum. Bu, aramızın hoşluğuna duyduğum şüpheden değil, sizin aramıza gelip gelmediğinize duyduğum kuşkudan kaynaklanıyor. Duydum ki, hapiste, Nazım’ı okumuşsunuz; Nazım’ın farkına varmışsınız. Çok güzel. Üzüldüm. Hapislik kötü bir şey. Yine de, Nazım’ın size güç vermiş olmasına sevindim. Sizin haberiniz yoktur, aynı Nazım 1993 yılında Ankara DAL’da bana da güç vermişti. Sizin gibi, rütbe eskitmiş, ferman yazmış biri değildim. 21 yaşında bir üniversiteliydim. İşkence arasında hücremde tek başınaydım. İki insan geldi hatırıma: Nazım Hikmet, Pablo Neruda. Dedim, kendi kendime, “solun olmazsa bunların yüzüne nasıl bakarsın?” Çok şükür; dağın, taşın; kurdun, kuşun yüzüne bakmak, en insanisinden, hep nasip oldu! 

Paşa,

Duydum ki, şiir yazıp Nazım’dan af dilemişsiniz. Heyhat, memleketim emekliliğinde demokrat olanlarla dolu. Lakin, demokrasi tövbeden anlamaz, ona ömür vermek icap eder. Muktedirken Çakmak, mazlumken Nazım olunamıyor. Hem 3 Haziran 1963 tarihinden beri Nazım ölü. Mezarından kalkıp size bir cevap vermesi mümkün değil. 

Paşa,

İçimden geçeni, içimden geçtiği gibi yazıyorum/yazacağım. Nazım’ın, 10sekiz yıldır sürgünde yaşayan bir torunu olarak, payıma düşen cevabı, bilhassa babalığınızı tenzih ederek, veriyorum: 

Sizi affetmiyorum! 

Siz bu affı, Çakmak Salonu’nda, galaksinizin yıldızları henüz parlıyorken dileseydiniz belki. Belki o da!

Sahi, unutmadan, 93 senesinde hangi rütbedeydiniz?

 

Hasan Sever

Zürih, 14 Ocak  2014

 

Fotoğraf: Nazım Hikmet, Piraye, Kemal Tahir, 1940, Çankırı Cezaevi.

19 Ocak 2014 tarihli Birgün gazatesinde yayınlandı (bağlantı kırık):

http://birgun.net/haber/cakmaktan-basbuga-bir-nazim-hikayesi-10200.html


Mutfak: 

Memet Fuat.

Memet Fuat, Nazım Hikmet, Adam Yayınları

Fevzi Çakmak Müzesi

İlker Başbuğ’un “Nazım” adlı şiiri.

Nikolaos Stelya: Nâzım sizi kolay affetmez paşam!

Nazım Hikmet Ran