Bölünmüş Zaman yahut Sürgüne Dair Bir Deneme

Ingmar Bergman, Yaban Çileği filminde ölümü, akrep ve yelkovanı olmayan saate benzetir. Zaman vardır, var olacaktır, lakin kolumuz kanadımız olan akrep ve yelkovan düşmüştür artık. Zamanı değil, zamanımızı hiçbir daim gösteremeyeceğiz: Bitti. Das Ende.

Cihan Kırmızıgül ismi, namı diğer Poşulu Çocuk, gazete sayfalarına, internet sitelerine düştüğünde ben sürgünümün “paşalık” rütbesine merdiven dayamıştım (takriben 10beşinci yıldan sonra geçilen evre). Cihan, gel oldu git oldu; içeri girdi, çıktı ve bir dönem haber kanallarımın mecrasından çıkıverdi. Sonra, hiç hesapta olmayan bir zamanda yine karşıma çıktı. Meğer o da sürgün yollarına düşmüşmüş; üstelik yaşadığım şehirden 4 “hızlı tren” saati mesafede, Paris’te yaşıyormuş. 

Hoş geldi.

Bana bu yazıyı yazdıran ise hikayenin “Ot Dergisi”ne manşet düşen röportajı.

“İnsanlar hangi yılda sürgün oldularsa o yıllarda yaşamaya devam ediyorlar. 20-30 sene sonra ben de hala 2010’larda mı kalmış olacağım diye düşünüyorum.”

Çözünürlüğü düşük röportaj sayfası fotoğrafından miyop gözlerle okuyabildiğim en net cümle bu oldu. Aslı, bundan gayrısının da çok fazla etkisi olamazdı. 

“Hayır,” dedim kendi kendime, “hemencecik nasıl da farkına varmış.”

Evet, aynen Cihan’ın dediği gibi oluyor. İnsan, gittiği her yere, beraberinde, zamanını, yani Bergman’ın yıllar evvel dahiyane bir şekilde sinema perdesine aktardığı gibi, akrep ve yelkovanını da götürüyor. Hal böyle olunca, terk ettiğiniz hayatın (evet, sürgün, çok hayatlılıktır) zamanı sizin onu terk ettiğiniz zamanda kalıyor.

“İki ömrüm var

Biri,

Marmara’ya kıyı

Adını bilmediğim bir koyda

Durur yirmi üç yaşında.

Diğeri yanımda

On yedisinde

Büyütüyorum 

Kararmış çatıların şehrinde.”

40 yaş şiirimde, mekan ve zamanı (Zürih, 6 Mayıs 2012, 01:02) tamı tamına belirterek böyle yazmışım. Hakikaten böyle oluyor. Bazen, içimden, şu kitapları toplayıp, yarınki 8.40 dersine gideyim, diye geçirirken yakalıyorum kendimi. Oysa 🙂 8.40 dersinin üzerinden tertemizinden 18 yıl geçti.

Cihan, röportajda “20-30 sene sonra” diyor. 20-30 sene, dile kolay, neresinden bakarsanız bakın, bir ömrün en esaslı yılları. Böylece söyleyiveriyoruz işte. Oysa, düşünün ki, onun her saniyesini, her “an”ını yaşayacak ve hissedeceksiniz.

Umarım Cihan’ın sürgünü uzun sürmez. 

Matematikte “büküm noktası” diye bir kavram vardır. Kısaca,  fonksiyonun yön değiştirdiği nokta olarak tanımlanabilir; o noktanın ikinci türevi sıfırdır. Hayata uygulamak icap ederse, hayat zaten bir fonksiyondur; türevi de “temize çekmek” olarak düşünebiliriz. İşte öyle bir an gelir ki, temize çektiğiniz eski hayattan elinizde “sıfır” kalır. O noktadan sonra, kadim şarkı ve Zeki Müren’le başbaşa kalır insan: “Gitmek mi zor kalmak mı zor” Neyse ki, aklımızda Arkadaş’ın öğüdü, Zeki Müren ve şarkılarını hep severiz.

Bitiriyorum,

Sürgün deyince iki şey hatırlarım; evvelinden. Biri Abbas Kiarostami’nin sözüdür:

“Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum.” 

Abbas Kiarostami

İkincisi, Bertold Brecht’e aittir:

“Sürgün demek, dil demektir.”

Bertold Brecht

Üstadlara ek yapacak değilim; lakin yine de “mutlu son” olsun istiyorum.

Herkesin birinci, sürgünün ise en birinci görevi hayatta kalmaktır. Çünkü sizi uzak diyarlara yollayan, aslında, git ve kaybol oralarda demek ister. Kaybolmayacağız. Nanis’in kendini Limmat Çayı’na bırakmadan önce söğüt dalına bıraktığı Kırmızı Atkı’yı; ve yine, demincek, Lyon’da, gülüşünden geriye yanmış bedeni kalan gencecik çocuğumuz Barış Ataman’ı unutmayacağız.

“Mutlu son” dedim, beceremedim. Bir kez daha deniyorum:

Bölünemez denen zamanı böldüğünden midir, yoksa bulut okşayan kırlangıç kanadı tüyünden midir bilinmez, orada bir hayat vardır, yılanın kabuğunu ardında bıraktığı gibi, kabuk bir daha dolmasa da ispatıdır yılanın o toprağa beden sürdüğünün.

Hem, ister orada, ister bir başka yerde, hayattan geriye bıraktığımız sadece bir iz değil midir zaten!  

Hasan Sever 

Zürih, 22 Haziran 2014