Tevellüdüm 302’lere kadar uzar. Mersedes’in Anadolu yollarındaki toplu mesaisi, benim için bu numarayla başlar. Tıklım tıklım, sırılsıklam, sigara dumanı…
Şehirlerarası otobüs yolculuklarının, rengi, ahengi buydu. Kalabalık, fakir, göçer ailelerden mürekkep bir topluma yapılabilecek daha büyük zulüm var mıdır bilemiyorum? Komünistlerin kızıl, kızılın tren olarak görüldüğü ülkemde, her kim ki bu zulümde rol almışsa, şu cihanda, o otobüslerin motoruna yağsız kayış olsun!
Yine Linz-Zürih arasında salınıyorum. Avusturyalılar, 16 yıllık yol maceram boyunca, tam üç tren değiştirdiler: Marie Therese, Transalpin, Railjet. Yolculuğum, bu 16 yıllık süre zarfında neredeyse bir saat kısaldı. Bir saat deyip geçmeyin, dakikaların sayıldığı “hızlandırılmış“ hayatlarımızda, bu çok büyük bir kısaltma.
Binalarını, sokaklarını, caddelerini, meydanlarını, mahallelerini, şehirlerini ve dolayısıyla insanlarını seviyorlar. Tek başına “para,“ “kar,“ “kazanç“la açıklayamayacağım şeyler. Televizyon ekranlarından nutuk atmıyor, bayrak uğruna ölüm yarıştırmıyor, vatanperverliklerini başkalarının kanında yıkamıyorlar; sadece yol, tren, bina, sokak, park yapıyorlar. Kimin için? Ucunda para kazanmak da olsa, insanlar için. Yapılan cadde, renove edilen bina, döşenen ray, genişletilen yol için hep aynı şeyi söylüyorum: Memleketlerini çok seviyorlar.
Her tren yolculuğu, çocukluğum ve öğrencilik yıllarımın üzerinde uzandığı Elbistan-Ankara arasını hatırlatır. Her türlü lüks ve konfordan uzak bu yolculukların tek bir amacı vardı: Yolu tüketmek. Bu yüzden, yol hikayelerim boştur. Bindim otobüse, indim otobüsten…
Railjet 160’ın ekranında “Der Weg ist das Ziel“ sözü geçiyor. Yüzümde kırık bir gülümseme dalgalanıyor. Eğer hedef buysa, biz onu bir sürü yolculukta karavana geçtik. Öyle ya, yolculuğun “hedef“ olması için yolcunun, bir nebze de olsa, rahat olması gerekir… Ama bu, yalnız yolculuk rahatlığı değil, koca bir memleketin rahatlığı anlamına gelir. Daha çoook var…
Geçenlerde, bir gazete haberinde denk gelmiştim. Memlekette, yolculuk “interaktif” olacakmış. Yolcular, koltuk arkası ekranlarda istedikleri filmi seyredip, isterlerse kendi aralarında “Okey”e dönebileceklermiş. Dahası, ekran dokunmatik, işletim sistemi Android olacak; yolcu, yolculuğu boyunca geçmekte olduğu yerlerin tarihini ve coğrafyasını öğrenebilecekmiş vs. vs. (Okey’den fırsat kalırsa!)
Peki bütün bunlar hangi araçta olacak?
Hikaye, La Fontaine’e ait; yine de eşek ve katırları tenzih ederek aktarmak istiyorum.
Hayvanlar meclisinde, soy sop sohbeti yapılıyormuş. Her söz alan soyunun ne kadar ulu olduğundan bahsediyor, mümkün mertebe asırlar öncesine tarih sürüyormuş. Tavşan ne kadar cesur, köpek ne kadar özgürlüğüne düşkün, kedi ne kadar kadirşinas olduğunu anlattıktan sonra söz Katır’a gelmiş. Katır, bağdaşını tazelemiş ve anlatmaya başlamış. “Biz şu cihanda, en çetin yollarda, en ağır yükleri taşıyabilen yegane hayvanlarız. Tanrı katında o kadar kıymetliyiz ki, tanrı, suretimizin yaratılmasını bize dahi yasak etti. Yine de bir yolunu bulup dünyaya ayak basabiliyoruz. Soyumuzun kanı Arap Yarımadası’ndan, İngiliz toprağına kadar uzar …“ Katır, anlattıkça anlatıyormuş. Söz çok uzayınca, hayvanlardan biri, muhtemelen benim gibi bir patavatsız, dayanamamış, sormuş: “Katır efendi, iyi, hoş anlatıyorsun da, nihayetinde baban eşek değil mi?“
Örnek 1:
İstanbul-Şam seferini yapan batılılar için yolculuk “macera” olabilir, ama o yola Kayzer Efendi’den bu yana tek ray eklemeyenin memleket sevgisi kaç çeker acaba? Link (Siteden İstanbul-Bağdat seferi kaldırılmış zira bunun pratikte karşılığı yok)
Örnek 2:
Haber, içinde haber barındırıyor… Gümüşhane’nin Kürtün diye bir ilçesi olduğunu biliyor (bir ara “kürtün” kelimesini ararken denk gelmiştim), ama Kürtün’ün, Özkürtün adlı bir beldesi olduğunu bilmiyordum. Özkürt’ün beldesinini belediye başkanı, muhakkak memleketini çok seven biridir… Kendinden sonrasını tufan bileni biliriz de, kendinden önceyi tufan ilan edeni pek bilmeyiz. Belediye başkanı, “Kadırga” yaylasının isminin Kadir Ağa’dan geldiğini ispatlamak için kırk takla atacağı yerde, oraların sadece “Türklere” yurt olmadığını bilse ve kendinden öncekileri adıyla sanıyla kabul etse ne kadar mutlu olacak; fakat o mutluluktan haberi yok… Link
Örnek 3:
Ergene’yi öldürenlerin vatanperverliğini nasıl test edebiliriz? Belki de en büyük bayrağı onlar dokumuş, en çok kırmızıyı onlar tüketmiştir. Ergene fakat, “vatan”ın hiçbir şeyi olduğundan, öldürülse, yatağı değiştirilse hatta kurutulsa dahi vatana halel gelmeyecektir… Link
Örnek 4:
Okey’e dördüncü, tavlaya rakip, batağa insan lazım… Link
Bütün bu örnekler, memleket sevgisinin tavan yaptığı bir coğrafyada vücut buluyor. Belli ki, memleket sevgisini ölçen kantarın topuzu çoktan kaçmış…
Hasan Sever
3 Ekim 2011
Linz-Salzburg-Innsbruck-Zürih
* “Yol, hedefin kendisidir.” Konfüçyüs