Yumurtalı Patates – Bir ODTÜ Hatırası

“Gönül ne kahve ister ne kahvehane, maksat muhabbettir gerisi bahane”

ODTÜ’ye ilk girdiğim 1990 yılının sonbaharında (marifet midir bilmem, ODTÜ’ye iki kere girdim) Aziz ağabeyimle 1. Yurt’a kayıt yaptırmaya gittik. Yurt müdürü, adını unuttum, “sigara içiyor musunuz?” diye sordu. Ağabeyim “hayır” dedi; ama ben çıkıntılık yapıp, “şimdilik hayır” dedim. Böyle söylediğim için midir yoksa soru formaliten miydi bilmiyorum, tuttu bizi 508 numerolu odaya verdi: Sol cenah, sigaralı!

508-Sol’un dönemlere dağılmış toplu (asıl) kadrosu şöyle: Talip, Zafer; daha evvel Künefenin Faydaları’nda anlatmaya gayret ettiğim Mehmet Abi, Aziz ağabeyim, sevgili (Ali) Coşar, Karadağ yoldaş, İhsan ve ben. Bir de yedeklerimiz vardı: Mustafa, Aydın ve Ediz.

Odamızın en eskisi felsefe bölümünden Talip’ti. İncecik, gür sakalları, istediği zaman bal dök yala konuştuğu Kırşehir şivesiyle yerli bir Marks silüetiydi. Zafer; askeri okuldan firar etmiş, tam tarifiyle, sivil bir itaatsizlikti. İnönü Bulvarını hiç ayık geçmemiş olan 23:45 servisinin müdavimlerindendi. Deli gibi kitap okur, hiç ders çalışmaz; paşa çayı içer ve bütün sınavları tek seferde geçerdi (psikoloji bölümü). Aziz ağabeyim; kitabında başarısızlık yazılı olmayan, yüksek disiplin sahibi ve hem notları hem de ODTÜ’ye giriş puanı olarak “top”ımızdı. Karadağ, nice yalvarmalarıma rağmen, sabahın köründe, Mustafa’nın da fişteklemesiyle, beni uyandırıp, zorla Yalıncak Köyü’ne koştururdu. Sesi hala kulağımdadır: “Hasan Sever, severim seni, kalk.” Coşar’la şehirlerimiz, atlası Ankara’dan katlasan üst üste gelirdi. Yine de tanışmamız esnasında, nereli olduğunu bir kaç kez tekrarlamak zorunda kalmıştı. Malum, Coşar için iki “r” bir şehre fazlaydı 😉 

Talip, eve çıkma rütbesine ulaşıp, paşalık payesi alınca, yerine İhsan geldi. İhsan Diyarbakırlı’ydı.

O zamanlar oldukça popüler olan, Ahmet Kaya’nın (Kod) Adı Bahtiyar (Albüm: İyimser bir gül, 1989) parçasına öykünerek İhsan’a Bahtiyar ismini koyduk (sanırım isim babası Mehmet Abi’ydi); ve isim, İhsan’ın üzerinde çok güzel durdu.

İhsan’a düşündüğümüz tek güzellik bu değildi elbette. ‘Odaya son gelen, şakaya katlanır’ ilkesinden hareketle bir gün, kulakları çınlasın, yurt görevlimiz Hayati Abi’yi de ayarlayarak, kendisine bir oyun oynadık. Mehmet Abi’nin tertibinde oynanan oyun şöyleydi: Belirlenmiş bir saatte, birimiz kalkıp, oda hoparlörünün ortasında düğme gibi duran boşluğa basıp, “508’e altı çay” diyecekti. Aynen böyle yaptık, akşamın bir saatinde oyunu oynadık. Hayati Abi, aşağıdan, “tamam anlaşıldı, altı çay geliyor” dedi. Çok geçmeden, İhsanı’ın tanımadığından emin olduğumuz bir arkadaşımız, üstüne laboratuvar önlüğüyle tepside altı çayla çıkageldi. Bundan sonra yapılacak olan şey İhsan’ı takip etmekti. Ve o güzel an Mehmet Abi’ye denk geldi: Bir sabah, 9:40 dersine yakın aşağından anons gelir. “508 İhsan, ziyaretçin var.” Bizim İhsan uyumaktadır. Ikına sıkına kalkar, ayağına geçirdiği terlikleri sürüyerek, hoparlörün yanına gelir, işaret parmağıyla orta boşluğa basıp, uykulu sesiyle “Tamam … geliyorum” der. 🙂 İhsan bunu hiç kabul etmedi; hatta, böyle yaparak, esasında kendisinin bizi işlettiğini iddia etti. Bizse, işbu hatıratı klavyeye almakla ifşa ettiğim gibi, aradan geçen 20-25 yıla rağmen İhsanı işlettiğimizi iddia ettik.

ODTÜ yurdunun benim için ilk özelliği konforlu olmasıydı; zira, parasız yatılıdan, hani neredeyse, rezil yerlerden geliyordum. İkinci en güzel taraf da, katlarda bulunan ocaklarda pişirdiğimiz çay ve yemeklerdi.

Yemeğe geçmeden önce, çayla ilgili bir anımı da anlatayım. Odanın en küçüklerinden biri olmaktan ötürü, getir-götür işlerine bakıyordum. Bir keresinde Talip, “Hasan, çayı demle, üstüne su çek, gel” dedi. Cümlenin birinci kısmı tanıdıktı; çay demleyecektim, de, ikincisi için hiçbir fikrim yoktu: “Üstüne su çekmek.” Gidip, ilk kısmı yaptım; tamam, bundan sonra yapılması gereken çaydanlığa su koymak olacaktı ama acaba Talip bunu mu demek istemişti: ODTÜ’de aldığım ilk risk budur. Çaydanlığa su koydum; çay olarak rızık oldu.

Ülkenin, budanmış ağacın sağdan soldan filiz sürmesi misali, 90’ların başında yeşermeye yüz tutmasına paralel, oda trafiğimiz de hızlanmaya başladı.

Paşa çayı içmekten paşalık mertebesini defalarca hak etmiş olan Zafer eve çıktı. Zafer’in eve çıkmasıyla, odamızın politbüro üssü olması bir oldu; zira aramıza Nihat katılmıştı. Nihat’ın hiç ziyaretçisi eksik olmazdı. Dinlenmek için yatağa uzanır uzanmaz, Hayati Abi’ni “508 Nihat, ziyaretçin var” dediği ve Nihat’ın süklüm püklüm aşağıya indiği hala gözlerimin önündedir. Bu arada, ben, yurt müdürüne vermiş olduğum “belki” yanıtını vakaya çevirmiş; onbeş yıl sonra, diş etlerimin çekilmesine sebep olduğunu öğrenir öğrenmez bıraktığım sigarayı, ağabeyimden gizli gizli içmeye başlamıştım (ilk illegalitem).

Yumurtalı Patates’e geliyorum. Yumurtalı Patates, pratiklik ve sıkça başvurulanlar listesinde tarhana çorbası (kaynağı Coşar) ve bulgur pilavından (kaynağı Mustafa) sonra üçüncü sırada yer alıyordu. Yemekhanede çıkan bir yemeği, odacak beğenmediğimiz ve eylemde ortaklık yaptığımız günlerden biriydi. Karar verilmiş, Yumurtalı Patates yapılacaktı.

Malzemeler:

  • (Sıvı) yağ
  • Patates
  • Yumurta

(Duruma ve coğrafyaya göre ekler: Kıyma, peynir, kavurma, sosis, sivri biber, domates; baharat olarak: Kekik yahut nane)

Muhtemeldir ki yumurtaları kantinden tedarik ettik; fakat patateslere dair bir hatıratım yok. Küp şeklinde kestiğimiz patatesleri, kullanılmaktan helak olmuş bir tavada, yağ marifetiyle kızarttıktan sonra, patateslerin üstüne bolca yumurta kırdık. İşte size Yumurtalı Patates. 

Üstünden yıllar geçti, hala, ne vakit, yemek çıkmazına düşsek, ben Özdem’in gözlerine, Özdem benim gözlerime bakar; yanına yöresine kahvaltılık bir şeyler katarak, çayın orkestra şefliğinde Yumurtalı Patates yaparız. Lezzetine gelince, söz Fransızlar’ındır: 

Mühim olan ne yediğiniz değil, kiminle yediğinizdir.

Sevgilisiz, dostsuz, yoldaşsız kalmayın yoldaşlar 😉

Afiyet olsun.

Haan Sever

Zürih, 26 Kasım 2013

ODTÜ Yemekhane önü, eski telefon kulübeleri yanı.
Soldan sağa arka sıra: Ergin Doğan, Hasan Sever, Tayfun Tasar.
Orta sıra: Ali Coşar, Ali Karadağ, İbrahim Ata Sever, …
Ön sıra: Mustafa Türkel, Ali Özdemir