Baharın ucu iyiden iyiye görünmüş, güneş “Beroj”ları (Kürtçe’de güneye bakan yamaçlara verilan ad) neredeyse kardan temizlemişti. Arkadaşımla, bahçelerin üst tarafında, eskiden “gom” olarak kullanıldığını tahmin ettiğimiz bir harabenin yanında bîzolek (Newroz çiçeği) arıyorduk. Henüz yeşermemiş dere boyunca, gelip gideni rahatlıkla görebiliyorduk. Pek sık olmazdı ama o gün denk gelmiştik. Aşağıdanarı, tıpkı Nazım’ın “Asker Kaçağı”na benzeyen iki asker göründü.
O vakit, ne Nazım’dan ne de şiirinden haberdardım. Şimdi ne zaman o anı hatırlasam aklıma bu şiir gelir. Jandarmalar çok yorgun görünüyorlardı. Omuzlarında taşıdıkları silahları, onlara “fors” vermekten ziyade, yük gibi duruyordu. Nereden esti bilmiyorum ama, onların bize ateş etmeleri durumunda kendimizi nasıl koruyacağımızı konuşmaya başladık. Hiç unutmuyorum. Alelacele yaptığım kar topunu tam alın hizama tuttum -Öyle ya vurulursam alnımdan vurulacaktım- Eğer bize ateş edecek olsalardı bu kar topu kalkanım olacaktı. Mermi nasıl ki kar topuna çarparsa, oracıkta kalıverecekti; çünkü kar mermiyi eritirdi.
Roboski’de (Uludere) asker ateşine maruz kalan çocuklar da benim gibi düşündüler mü acaba? Düşündülerse o kar, o dağ, o taş, altına saklandıkları o katırlar neden onları koruyamadı. Yoksa kar, kurşunu eritmiyor mu!
***
Bahman Ghobadi, Nîwemang (Yarım Ay, 2006 ) filminde, İran Kürdistanı’ndan, Irak Kürdistanı’na bir yolculuk yapar. Bu, sınırların yolculuğudur. Mamo adlı yaşlı, ünlü Kürt müzisyeni son konserini vermek üzere yanına talebelerini alarak yola düşer. İnsanın, “normalde” bir saatini alacak olan yol, tam bir ölüm kalım savaşına dönüşür; çünkü her taraf sınırdır.
Peki kimindir bu sınırlar? Devletlerin. Devletlerin sınırından bize ne! Öyle değil işte. Devlet sınır çizdi mi ilerisi, berisi, ötesi, gerisi illegal.
Buna uğraşıp duruyoruz.
Ve hesap basit: Hiç sevmediğiniz, uğramadığınız, uğramayacağınıza bütün bütün emin olduğunuz bir yere çizgi çekin; o çizgi, sizi birgün mutlaka kaçağa düşürecektir. Kaldı ki Roboski’de kar topunun koruyamadığı çocuklar, bir kar topu atımı mesafedeki karşı köye gidiyorlardı.
***
Şair Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dizesinden esinlenerek:
Edindiğim siyasi hayat tecrübemden öğrendiğim bir şey var: Devlet asla yanlış yapmaz.
Belki çok köşeli gibi duruyor olabilir ama, kendi adıma bundan çok eminim. Biz de zaten, zımni olarak, yapılanın yanlışlığına değil, haklı-haksızlığına cümle kurmaz mıyız?. Oysa ki bu, yani hak-haksızlık, devletin lügatında yoktur.
Roboski için kaza deniyor!
Akıllarınca, aklımızla dalga geçiyorlar. Kaza dediğiniz, en fazla, kalabalık bir caddede yürürken, istemeyerek ve dalgınlıkla birini omuzuna çarpmaktır; döner özür diler, geçersiniz; bu kadar.
Birileri haber alıyor, bu habere uygun plan yapılıyor, bu plana uygun eylem belirleniyor, eylemi gerçekleştirecek araç tespit ediliyor, araç eylemi gerçekleştiriyor ve bütün bunların kaza olduğu söyleniyor. Hatırlanır belki, Afganistan’da, Taliban tarafından el konulmuş akaryakıt tankeri, etrafında sivil insanların varlığı bilindiği halde “kazaran” vurulmuştu. Sonra ne oldu? Ölenlerin ailelerine tazminat ödendi ve kapatıldı; fakat mesaj verilmişti.
Roboski için de tazminat ödenecekmiş. Heyhat! Nedir ki o tazminat? Devletin elinin kiri. Ödenecek olan meblağ, zaten, atılan bombaların maliyetinin yanında kıymetsiz hayat. Fakat mesaj verilmiş oldu: Sınırlara yaklaşmayın. O sınırlar ki, şehirlerinizin, mahallelerinizin, köylerinizin ve hatta oturma odalarınızın içinde geçmiş kime ne!
***
Kusur yok; devlette kusur yok. Çokça atıfta bulunduğum bir slogandan (*) uyarlama yaparak bitiriyorum:
Devletin kusuru yoktur; kendisi kusurdur!
Hasan Sever
Zürih, 8 Ocak 2012
(*) Kapitalizmin hatası yoktur, kendisi hatadır.