Nedir bu damarın kaynağı? Uzaktan bakınca, ot büyümüz denen “molla devrimi”nin toprağında, nasıl oluyor da bu tür bir sinema hayat bulabiliyor? Yoksa “molla devrimi” o toprakta önü alınamamış ayrık otu mu?
Asghar Farhadi “Elly Hakkında” filminde yine orta tabaka İranlıların hikayesine motor demiş fakat, bence, eşikte bir filme imza atmıştı. Ayrılık’a başlamadan önce, bir kaç cümleyle “Elly Hakkında”yı neden eşikte bulduğumu açıklamak isterim. İran Sineması’ndan kendi adıma aldığım en büyük lezzet, malumun hikayesini anlatmasıdır. Gerek “Rüzgar Bizi Sürkleyecek”te Abbas Kiarostami, gerek “Sarhoş Atlar Zamanı”nda Bahman Ghobadi ve yine Ayrılık filmiyle Asghar Farhadi herkesin bildiği, gördüğü şeyi anlatmışlardır. İran Sineması çok sade bir sinemadır.
İran Sineması’ndan kendi adıma aldığım en büyük lezzet, malumun hikayesini anlatmasıdır.
“Elly Hakkında,” filminde, haddim olmayarak söylüyorum, yer yer “avrupai” (hollywood da dahil) noktalara temas ettim. Özellikle Elly’nin kaybolduğu sahneye verilen gizem, daha ziyade, sıradan bir batı filminde başvurulan tarz benzeri olmuş. Elly’nin mutsuzluğu çok derinlere itelenmiş, dolayısıyla, vuruculuğu, gizeminde kaybolmuş gibi duruyor.
(Bir) Ayrılık bu “gizem”e düşmemiş.
Soru çok basit? Ve bütün basit sorular gibi; luzümsuz, zor: “Anneni mi yoksa babanı mı (çok) seviyorsun?” Fakat mahkemeler sevmekle uğraşmaz onlar, öncelikle, günlük hayatı tanzim ederler. Dolayısıyla mahkeme “seviyor musun?” diye sormaz, “hangisiyle yaşamak istiyorsun?” diye sorar. Asghar Farhadi kucağımıza sorunu bıraktığında, koltuklarımızdan kalkmadan önce ona bir yer bulmamız gerekir. Kimi orda bırakır (okunmuş/bakılmış el ilanı misali), kimi cebine kor (bir ara bakarım), kimi içinde bir yerde muhafaza eder.
Soru çok basit? Ve bütün basit sorular gibi; luzümsuz, zor: “Anneni mi yoksa babanı mı (çok) seviyorsun?”
Orta tabaka, çekirdek bir aile olan Simin (anne), Nadar (baba), Termeh (kız çocuğu), göreceli rahat bir yaşam sürmektedirler. Anne baba işte; kızları kolejvari okulda parlak bir talebelik yapmaktadır. Standardı bozan tek şey, hasta babasını bırakmayan, ona kendi elleriyle bakmak isteyen Nadar’dır. Nadar, biraz da “anlaşılması güç” bir tutkuyla babasına bağlıdır. “Anlaşılması güç” derken, aynı coğrafyayı paylaşmamızdan kaynaklı, tecrübe ettiğim baba-oğul ilişkisine gönderme yapmak istiyorum. Farhadi, film boyunca kız-baba arasında da “anlaşılması güç” bir ilişki oturtur. Başka bir açıdan bakıldığında baba, dünün bugüne bağlandığı yapı gibi tecelli eder.
Başka bir açıdan bakıldığında baba, dünün bugüne bağlandığı yapı gibi tecelli eder.
Orta tabaka ailenin boşanma işlemi, neredeyse orta yerde işleyen mahkemede görülür. Her ne kadar “kadı” vurgusu yapılabilecekse de bence, mahkeme çok “hoş” bir ortamda cereyan eder. Hiç kural, resmiyet yoktur. Hakim ve taraflar sanki herhangi hararetli bir tartışma yürütmektedirler. Simin’in “daha iyi bir hayat” için kızını yurt dışına götürmek istemesi “kadı”nın “milyonlarca çocuğun geleceği yok mu ki?” toptancılığıyla ret edilir ve ondan “evine dönmesi” istenir. Boşanamayan Simin, evine değil anne evine gider.
Baba’ya bakıcı arayan baba, bizi yoksul İran halkıyla tanıştırır. Bu aşamada devreye çekirdek fakat fakir İran ailesi girer. Her iki aile arasına ayna konulmuştur. Anne, Baba, Kız Çocuğu. Birinde sisteme oturmuşluk, diğerinde yüzer gezerlik vardır. Ortak “bağ” dindir. Şaşırtıcı bir şekilde perdeye yansıyan, sistemi, yine sistemden “muzdarip olan” orta tabakanın taşıdığıdır. Karısına, kuran üzerine yalan yemin etmesini söyleyen ve “günahı boynuma” diyen Hodjat (Shahab Hosseini) meselenin geneline yapılabilecek en büyük göndermeyi yapar: Cümle sistemlerin günahı alt tabakanın boynun(d)adır.
Cümle sistemlerin günahı alt tabakanın boynun(d)adır.
Shahab Hosseini (yardımcı erkek), takdire şayan bir performans sergiler. Yine her iki kadın hem oyunculukları hem sade güzellikleriyle ekranımızı doldururlar. Kimsenin standart altına düşmediği Ayrılık filminde, arka plandaki trafik kaosu gözlerden kaçmaz; her taraf otomobil doludur.
Sormadan edemiyorum. Nedir bu damarın kaynağı? Uzaktan bakınca, ot büyümüz denen “molla devrimi”nin toprağında, nasıl oluyor da bu tür bir sinema hayat bulabiliyor? Yoksa “molla devrimi” o toprakta önü alınamamış ayrık otu mu?
Hasan Sever
Zürih, 20 Eylül 2011