Suya atılan taşın yarattığı dalgaların kıyıya yaklaşırken yayılıp büyümesi misali, Minare-yasağı tartışmasının yarattığı dalgalar da kıyılarımıza yaklaştıkça çap büyütmeye devam ediyorlar. Dalgalar vurdukları her kıyıdan farkı bir ses çıkartıyor. Bu sesin tınısında dalgaların şiddeti kadar kıyıların şekli ve konumu da önemli bir rol oynuyor. Sol-İslam kesim bu bir özgürlük kısıtlamasıdır derken, sağ-Hıristiyan kesim bu bir demokrasi örneğidir dedi. Mesele bir demokrasi tezahürü mü yoksa yasaklama eylemi mi?
Tartışmaya muhtaç. Minare-yasağını isteyenler açısından durum net aslında: Onlar küresel manada hedef tahtasına konan İslam siyasası üzerinden kolay kazanç elde etmek istediler. Kısa vadede istediklerini elde etmiş görünüyorlar. Babımız ise meselenin uzun vadesini incelemeye dair olacak. Zira yaşadığımız şu kısa vade birilerinin bir zamanlar uzun vadesiydi…
İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) İstediği
SVP’nin istediği çok net: İç siyasette bir ve ya bir kaç adım öne geçmek. Öyle de oldu. Zaten bu günlerde İslam üzerinden yürütülen her siyaset, Avrupa ve Kuzey Amerika coğrafyasında yüksek getirili yatırım enstrümanlarına dönüşmüş durumda. Bu, düşmansız kalan emperyalizmin geçici bir hevesi mi yoksa soğuk savaş dönemi gibi bir dönemin eşiği mi tartışılır. Tartışma götürmeyen gerçeklik ise Afrika’nın Mogadişu’sundan Mezopotamya’nın Bağdat’ına, oradan Kabil ve Endonezya içlerine kadar İslam’ın fakir ve ezilen yığınların çıkınlarında umut olarak duruyor olmasıdır. Milyonlar, ellerinde “çakar almaz” bir silahla savaş cephesinde cenk ediyorlar. Bir sol klavye için girilmesi zor cümleler bunlar. “Çakar-Almaz” her kullanıldığında dönüp elinde bulunduğunu yaralıyor. Bu çaresizliğe çare olacak bir sol ise henüz ufukta görünmüyor.
Tepkiler
Minare-yasağının kabulünden sonra Türk hükümetinden gelen ilk tepkilerden biri, İsviçre’de parası olan Müslümanların paralarını buradan alıp Türkiye’ye getirmeleri önerisiydi. Bu öneriyi/tepkiyi çok anlamlı buluyorum. Bence bu, meselenin muhtevasını ortaya çıkarması bakımından aydınlatma fişeği rolü oynamıştır ama pek üzerinde durulmadı. Mevzunun sermaye olduğu ve bunun da sınır, din, dil ve milliyet tanımadığı böylece bir kez daha vurgulanmış oldu. Bu öneri İslam’a bir hakaret miydi? Bu öneriye İslam entelektüelleri nasıl bir tepki verdi? Tepki verdiler mi? Koparılan yaygaraya ve din formasyonlu ideolojiye biçilen kutsallığa/dokunulmazlığa bakılırsa Türk hükümetinin bu (parasal) önerisinin hakaret içerdiği kesin. Ama duyabildiğim kadarıyla bu konuda kimseden herhangi bir karşı ses çıkmadı.
Yasaklamaya (olumlu ya da olumsuz) kalem oynatan ve ya klavye kullananlar genellikle “karşılıklılık” (kavramı biraz zorlarsak mütekabiliyet esası da diyebiliriz) üzerinden fikir yürüttüler. Yasağı destekleyenler tezlerini “önce evinin önünü temizle” belirlemesiyle ispatlamaya çalıştılar. Doğrudur. Hükümranlığı altındaki coğrafyada diğer ideolojilere yaşama şansı tanımayan bir ideolojinin başka coğrafyalarda özgürlük diye çığlık atması pek inandırıcı değildir. Ama şu da doğrudur: Hem İslam hem de Hıristiyan ideolojisinin başka türlü davranmaya yeteneği yoktur. Her ikisi de baskın oldukları coğrafyada tek olmanın peşindedirler çünkü kurguları böyledir. Sadece din formasyonlu ideolojiler değil her ideoloji, o ideolojiyi temsil edenlerden bağımsız, bir yayılma ve etki alanını genişletme eğilimi içindedir. Yasağa karşı çıkanlara gelince. Onlar daha ziyade Osmanlı üzerinden meseleye yaklaştılar. Osmanlının ne kadar engin bir hoşgörüyle dört kıtaya hüküm ettiği rivayet ettiler. Bilmem belirtmeme gerek var mı. Osmanlı oralara mehter grubuyla şimdiki gibi gösteri amaçlı gitmedi. ABD’nin şu anda Irak’ta camilere karışmaması(!) işgalciliğine ne kadar hoşgörü katıyorsa, Osmanlı da o kadar hoşgörülüydü. Bu sağlıklı beyinleri vereceği bir örnek değil.
Yayılan, çarpışmaları göze almak zorundadır. Barışın, kardeşliğin, birlikte (koyun koyun-a) yaşamanın propagandasını yapan dinler, nasıl oldu da bu kadar büyük coğrafyaları etkileri altına alabildiler. Gittikleri hangi yere kırmızı karanfiller götürdüler? Hangi gittikleri yeni memlekette kırmızı karanfillerle karşılandılar? Dünün istilacıları ne zamandan beri barışın elçileri oldular. Değil ülkelerin, kıtaların köleleşmesine yardım edenler ne zamandan beri özgürlüklerin savunucusu oldular? Bunları söylemeden bugüne dair yürütülecek her tartışma din formasyonlu ideolojilerin tahtlarını sağlamlaştırmaya hizmet edecektir. İnanç özgürlüğü (dar anlamada dini ideoloji) diğer özgürlüklerden daha değerli, daha (kutsal) dokunulmaz ve daha üstün değildir. İnsan yaşamına formasyon verme iddiasında olan ve bu hakkı kendisinde bulan hiçbir güç tartışılmaz/dokunulmaz değildir; olamaz. Hem bana dair hem benim üstününüm bir ideoloji olsa olsa köleliğimi körükler. Bunun özgürlükle, kutsallıkla, vicdanla açıklanabilir bir tarafı yok. Kıyılarıma gelip benden toprak koparmayı düşünen her dalga, kayalarıma çarpıp biçare damlalar olarak toprağıma düşmeyi de göze almalıdır.
Bu referandum “din” içerikli olduğu için bu kadar büyük bir gürültü koparıldı. Benim de esas itiraz noktam burası. Neden başka bir konu bu kadar önemli, bu kadar narin ve bu kadar titiz ele alın(a)mıyor? Din formasyonlu ideolojiler bu iltiması nereden alıyorlar. İsviçre’deki Müslüman toplum belki de en rahat, Müslümanlığını yaşıyordur. Kimse kuşaklar arası çatışmadan, özellikle gençler arasında yaygınlaşan çeteleşmeden, anadil öğretiminden ve iş piyasasında maruz kalınan çifte standartlardan bahsetmiyor. Bu oyuna mağdur olan taraf da dahil. Kimseye sorunlarını öğretmek gibi bir “tepedenciliğin” peşinde değilim. Özellikle vurgulamak istediğim şey, insanın özgürleşmesini sağlayan gereksinimler arasında bir sırala yapılamayacağıdır. Belki biliniyor ama söylenip yazılmıyor. İsviçre’de yeni minare yapımını yasaklayan bir halk oylaması yapılmış ve halk % 57,5’lik bir oranla yasağa evet demiştir. Bu, bu kadar. Aynı halk, aynı sandıkta ve aynı tarihte “muharebe silahlarının ihracatına hayır” oylamasına da hayır demiştir. Yani İsviçre halkı, başka bir coğrafyada birlerinin savaşmasına evet demiştir. Şimdi bu, minare yasağından daha mı az önemli? Din formasyonlu ideolojiler bulundukları yüksek kürsüden alınıp normal ihtiyaçlar arasına alınmalıdır. Bu, insanların düşünsel ve bedensel özgürlüğü için elzemdir.
Sol-İslam İttifakı
En çok sol görüşlü kadınların minare yasağına evet demesi bekleniyordu ama öyle olmadı. Kadınlar, meseleyi “özgürlükler” penceresinden değerlendirdiler ve düşük bir oranla minare yasağına evet dediler. Sol-İslam ittifakından bugüne değin hep sol zarar görmüştür ve belli ki bu zararların henüz bir derli toplu bilançosu yapılmamış. Bir başkasının bana zarar verme özgürlüğüne evet demem, eğer bir siyasal körlük değilse kölelik tezahürüdür. Ve bu sola, solun hiçbir dahlinin olmadığı, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan hediye kalmıştır. Başkasının fikrine saygı gösterme modası bugünlerde celladına “seninle aynı fikirde değilim ama (beni öldürme) fikrine saygı duyuyorum” noktasına (çukuruna) kadar gelmiş bulunuyor. Bu bir aymazlık halidir ve insanın tepkilerini felç etme etkisine sahiptir. İnsanlar birlikte yaşayabilmek için kardeş olmak, anlaşabilmek için ise birbirlerinin her türlü fikrine saygı duymak zorunda değiller. Kaldı ki bir başkasının yaşamına kast etmek isteyen hiçbir fikrin saygıdeğer bir tarafı da yoktur. Sol ideoloji, özgürlükleri yorumlarken, o özgürlüğü envanterinde bulundurmayanlara mavi boncuk dağıtmak aymazlığından kurtulmak zorundadır.
İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) İstemediği
(SVP’nin) Eğrisi (insanların) doğrusuna denk geldi. Bunu düşünemezlerdi. Onlar daha ziyade güçsüzün gücünden güç almayı tasarladılar. Ama (güzel) bir şeye de sebep olmuş oldular. Bu, sadece İsviçre için değil, bütün dünya için bir ilk olmuş oldu. Nasıl ki bugün minare istenmedi yarın da hem minare hem kilise istenmez. Bunun önü açılmış oldu. İsviçreli “aklı başında” din entelektüellerinin dikkat çekmek istedikleri ama açık açık ifade etmek istemedikleri tehlike/fırsat buydu. Onlar durumun herkese uygulanabilir olduğunu sezinlediklerinden, değil oylamaya evet denmesini oylamanın kendisini dahi yanlış buldular. Onlar açısından çok doğru/tehlikeli. Bu oylamada oylamaya sunulan her ne kadar İslam gibi görünse de aslında din formasyonlu ideolojiler olmuşlardır. Mahallemizde kilise/camii istemiyoruz demenin önü açılmıştır. Ve buna, yaşamın büyük bir sürprizi olarak, sağ-ırkçı etiketli bir parti önayak olmuştur. Şimdi geriye o mahalleyi inşa etmek kalıyor.
Hasan Sever
Zürih, 26.01.2010