Sergen “Hoca”

Sergen Yalçın

Yılla önceden bir Sergen yazısı…

Belki geç doğdu futbol dünyasına belki de yanlış mekanlara bağladı düşün dünyasını ama hepsinin ötesinde, farkında olsun olmasın, o bir futbol sanatçısı…

İstanbul’un varoşlarında büyümüş, fakir bir aile çocuğu… Maradona’dan farklı değil hikayesi. Ve belki futboluna hayranlığımın torpilidir ama futbolculuğu da Maradona kumaşından. Bildi mi bunları bilemiyorum ama kendisine bir Che bulamadı; biliyorum. 

Daha paf takımında oynarken bile ağabeylerinin maçlarını seyretmeye gittiği bir usta Sergen. Sonra, hem de hiç zaman kaybetmeden Beşiktaş futbol takımının asıl elemanlarından oluverdi. Sol adına kullandığı tek uzvuydu sol ayağı ve belki de muammasını çözemediği futbol dünyasının düğümü orada gizliydi ve hep gizli kaldı. Sonra bir gün antrenmanlara çıkmıyorum deyiverdi. Kızdırmışlardı. Asi damarlarından beynine pompalanan kan kendisine karşı çık diyordu ama yıllar sonra yaptığını yanlış buluyordu. İçgüdüsel tepkilerine bilinç kılıfı giydiremiyordu…

Anadolu’yu ve bütün büyük takımları dolaşmış, dönmüştü Beşiktaş’a. Beşiktaş’ın 100. doğum yılında  yine sahnedeydi. Bir takım nasıl şampiyon yapılırın dersini veriyordu futbol dünyasına. Meselesi ders vermek değildi seviyordu, zevk alıyordu ve istiyordu. Amatör bir ruhun gıdasını bulmuştu nihayetinde. Koşmuyor diyorlardı o koşuyordu. Baskı kurmuyor diyorlardı o baskı kuruyordu. Antrenman yapmıyor diyorlardı o kondisyon yükleniyordu. Neydi sebep? Kimi teknik direktörün büyüklüğüne, kimi de Beşiktaş’a başkalarınca açılan kapılara bağlıyordu olanları. Hayır… Olan sadece amatör bir ruhun sahip olduğu ustalığı piyasa gereklerini takmadan kendisini sergilemesiydi. Kimse ona modern futbolun robotluğunu dayatmıyordu. O kadar…

Futbol takımlarının AŞ’lere dönüştüğü, maç sonuçlarının daha ziyade bahis şirketlerini ilgilendirdiği endüstriyel bir çağda yaşadığımız söyleniyor. Söylenenin Türkçesi bu işin tadının kalmadığıdır. Eğer futbol bir endüstriyse futbolcular birer üretim girdisi olmaktan başka bir şey değildirler. Yani mesele bir üretim-tüketim-kar meselesidir. Bu üçgenin gölgesinde ot yetişmez. Bu üçgenin kapsam alanında asiliğin, amatörlüğün ve sanatkarlığın yeri yoktur. Yeri olmayanlardan biri de Sergen…

Fransa’nın gelmiş geçmiş en iyi orta saha futbolcularından olan Tigana hem geçmişine hem de sayesinde kariyer edindiği meziyetlere ihanet edercesine “Sergen’i ben istemedim” diyor şimdi. Zamanında beraber oynadığı Platini için bir teknik direktör aynı kararı verse ne derdi acaba zatıalileri. Günümüz futbolu sadece geleceğini değil geçmişini de şekillendirmeye devam ediyor; hem de kendisini dünyaya sevdiren ayakların cellatlığıyla. Ne talih!

Şimdi yine yollar ayrılıyor Sergen’le… Sergen “ben olsam Sergen’i göndermezdim” diyor. Saf mı bu çocuk yoksa bir yenilginin vakur duruşunu mu sergiliyor bizlere bilemiyorum. Beşiktaş’ın cüzdanı kalın yöneticileri çıkıp “jübile yap” diyorlar. Yönetici olmak, bir futbol takımını sevk ve idare etmek bu kadar mı futbol dışına itiyor insanları… Hiç mi içlerinde bir futbol sevgisi kırıntısı barındırmıyor bu “adam”lar. Barındırmıyorlar demek ki… Oysa Sergen’in oynayacağı bir on beş dakika için bile gider insan tribünlere. Gitmiyorlar mı? Öldürdünüz demek ki futbolu…

Sergen Beşiktaş’tan ayrılıyor çünkü artık futbol borsa seanslarında el değiştiren hisse senetlerine dönüştü… Çünkü futbol spor olmaktan, spor içinde futbolu barındırmaktan vazgeçti; vazgeçirildi…

Ben bir okurum… Şiirin ne kadar sattığı ve de ne kadar satacağı beni ilgilendirmez; o yayınevinin meselesi. Ben şairin kalemine ve şiirin lezzetine bakarım. Sergen bir futbol şairidir ve yazacağı her dize sadece ve sadece futboldur. Ve biliyorum ki şiirin tadı uzunluğundan ve kısalığından bağımsız bir sanat lezzetidir. Yok mu Beşiktaş’ın içinde bir dizesinden Sergen’in futbol tadı alabilecek bir dimağ… 

Beşiktaşlı olduğum için değil, futbolu sevdiğim ve amatör sanatçılık ruhuna duyduğum hayranlık adına sana teşekkür ediyorum.

Sen gecekondudan şehre şut çekmiş en güzel sol ayağımızdın.

O pek kıymet vermediğin solun hep sağlıklı olsun Sergen…

Hasan Sever

Zürih, 16 Mayıs 2006