“Pis el, pis yürek”

(picture alliance / dpa / Wolfgang Hub)

Tam da yerine gelmişti. Binlerce insana, “işte sonucum” der gibi bakarken, binler de ona aynı şekilde bakıyordu: “İşte sonucumuz.”Her bakışını tanımaz insan. Tanımaz, bazen, baktığı rengin kendinden parladığına. Şu insan evladı değil midir ki “öpüşten insan da yaratır;” (1) döner, binlerce türdeşini teknik bir soğuklukla fırınlarda da yakar.

Mister President, kül savrulmuş bir memleketin mazisinde, mikrofonun başında seslenirken binlerce insana; bilmez ki aynı yerde, aynı kapalı salonlarda; değil binler, yüz binler “heil” diye celladına övgü dizip, göz yaşı döktüler. Peki sonra?

Sonra, Afrika cephesinde görevli bir Nazi subayının dediği oldu: “Savaş, önünde sonunda geldİ küçük insanın omuzlarına çöktü.” 25 Milyon Küçük İnsan savaş tanrılarına, Hitler’in Muhteşem Berlin’ine kurban gidip; Moskova önlerinde, Tanya adında bir kadın çıplak ayaklarıyla kara kışı ve faşizmi ezdikten sonra; ortaya, ortadan bölünmüş en acı elma düştü: Berlin. Erkekler bir kez daha harap etmişlerdi dünyayı.

Sonra, benim memleketimden binlerce yoksulluk taşındı Almanya’ya. Değil şehre, henüz kasabasına bile inmemiş tahta bavullar doluştu trenlere. Gittiler… Kömür madenlerinde toz, çelik fabrikalarında zehir, şehir kanalizasyonlarında bok soludular. Çoğu, “aylık, bin yeşil mark” uğruna, emekliliğine ulaşamadan çekip gitti dünyadan.

“pis el, pis yürek”

***

Necip Fazıl’dan şiir okumuş Mister President. Okunması kolay. Nezip Fazıl saraya hesap sormaz ve; 

“Titrek parmağınla tutup tığını
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda, emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet” (2)

derken de, gurbete sebep aramaz. Belki kader, belki kısmet; fakat mutlak takdiri ilahi… İmtihan yeridir dünya ve soru sormak tanrının inhisarında.

Oysa, “Gurbet asıl pasaportumuz; koynumuzda(3)
“gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar 
ne alın yazısı, el yazısı be!  
sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler  
biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri,  
süpürürüz yaban ellerinin sokaklarını; pis el, pis yürek!” 

Mister President okuyabilir mi bu dizeleri? Ki devamı da var:

“ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark 
varalım dağılalım kartal anadolu'dan yeryüzüne 
beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi 
yollarını temizleyelim 
al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek”  (4)

***

Başkasının dertlerine gark olmuş Küçük İnsan’larla doluydu salon. Mister President, dünyaya meydan okuyordu; ne de olsa tuzu kuru, dünyalığı yerinde. Ha dese, kırk saray kurabilir kendine. Oysa Küçük İnsan, bir gün sonra, o şehrin sokaklarını süpürecek, avuçlarını patlatarak çınlattığı salonun tahta zeminini paspaslayacaktı.

Öyle bir fotoğraf işte. Kim bilir kaç kere tab edilmiş kirli sularda…

“pis el, pis yürek”

***

Sahi, Mister President hiç Ruhi Su (5) dinlemiş midir?

Hasan Sever

Zürih, 25 Mayıs 2014

(1) Paul Eluard, Asıl Adalet

(2) Necip Fazıl Kısakürek, Gurbet

(3) Hasever, Kampanya

(4) Fazıl Hüsnü Dağlarca, Almanya’da Çöpçülerimiz

(5) Ruhi Su, El Kapıları, İmece Plakları, 1977

Fotoğraf:  (picture alliance / dpa / Wolfgang Hub)



(1)

Asıl Adalet

İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
ta akla kadar.

Paul Eluard
Çeviren : A. Kadir

(2)

Gurbet

Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!

Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda, emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet

Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..

Necip Fazıl Kısakürek
(3)

Kampanya

Açlığı fotoğrafla paketliyorlar
Renkli, tiril tiril, tertemiz kağıda
Yeni bir kampanya, alaturka:
Bir açlık alana, bir fotoğraf bedava

Resim gördüm rüyamda; banknot, keyfekeder
Rüyada resim iyi değil; günah der büyükler
Pek inanasım yok aslında:
Bir işsizlik alana, bir resim bedava

Çarşıda ne işim olsun; hem dedim ya işsizim
Tohumsuz kavak püskülü gibi geçiyorum sokakta
Yine de en güzeli sokaklar:
Bir teselli alana, bir büst bedava

Annem söylenirdi, babam erken öldü
Hiç cümle bırakmadı mübarek; tertemiz gitti arafa
Olsun, yine de üzülürüm babama:
Bir kefen alana, bir dua bedava

Gideceğim; istanbul türkçesiyle yazıldığı gibi olmasa da
Kirli gırtlak, dil ucu, kesme sesleri aldım yanıma
Gurbet asıl pasaportum; koynumda:
Bir yoksulluk alana, bir bayrak bedava

Pastaneleri sevmiyorum; masaları küçük, sahipsiz sevda bırakılmıyor altına
Gelmeyeceksin sen, hiç de gel diyemedim sana
İstersen ellerimi bırakırım ama:
Bir ayrılık alana, bir ölüm bedava.

Hasan Sever
Zürih, 2 Ağustos 2012
(4)

Almanya’da Çöpçülerimiz

nasıl geçtin de boz bulanık sellerden
haberim mi aldın esen yellerden
yadigar mı da geldin bizim ellerden
gül-ü reyhan gibi koktun birader 
gül-ü reyhan misali koktun birader 
gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar
ne alın yazısı, el yazısı be! 
sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler 
biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, 
süpürürüz yaban ellerinin sokaklarını; pis el, pis yürek! 
sığmazken atalarım güne, yarına
düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına 
daha üç yüzyıl evvel, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar 
eğilirdi bu ülkelerin burçları uygarlığımıza, 
şimdi ta bünyan'daki üç çocuk, ağızları açlıkla büyümüş 
şimdi ta ereğli'deki dört çocuk, gözleri açlıkla iri iri 
alır karanlıklar ardından gönderdiğim kara lokmasını 
sığmazken atalarım güne, yarına 
düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına 
ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark 
varalım dağılalım kartal anadolu'dan yeryüzüne 
beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi 
yollarını temizleyelim 
al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek 
sığmazken atalarım güne, yarına
düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına 

Fazıl Hüsnü Dağlarca