Tam da yerine gelmişti. Binlerce insana, “işte sonucum” der gibi bakarken, binler de ona aynı şekilde bakıyordu: “İşte sonucumuz.”Her bakışını tanımaz insan. Tanımaz, bazen, baktığı rengin kendinden parladığına. Şu insan evladı değil midir ki “öpüşten insan da yaratır;” (1) döner, binlerce türdeşini teknik bir soğuklukla fırınlarda da yakar.
Mister President, kül savrulmuş bir memleketin mazisinde, mikrofonun başında seslenirken binlerce insana; bilmez ki aynı yerde, aynı kapalı salonlarda; değil binler, yüz binler “heil” diye celladına övgü dizip, göz yaşı döktüler. Peki sonra?
Sonra, Afrika cephesinde görevli bir Nazi subayının dediği oldu: “Savaş, önünde sonunda geldİ küçük insanın omuzlarına çöktü.” 25 Milyon Küçük İnsan savaş tanrılarına, Hitler’in Muhteşem Berlin’ine kurban gidip; Moskova önlerinde, Tanya adında bir kadın çıplak ayaklarıyla kara kışı ve faşizmi ezdikten sonra; ortaya, ortadan bölünmüş en acı elma düştü: Berlin. Erkekler bir kez daha harap etmişlerdi dünyayı.
Sonra, benim memleketimden binlerce yoksulluk taşındı Almanya’ya. Değil şehre, henüz kasabasına bile inmemiş tahta bavullar doluştu trenlere. Gittiler… Kömür madenlerinde toz, çelik fabrikalarında zehir, şehir kanalizasyonlarında bok soludular. Çoğu, “aylık, bin yeşil mark” uğruna, emekliliğine ulaşamadan çekip gitti dünyadan.
“pis el, pis yürek”
***
Necip Fazıl’dan şiir okumuş Mister President. Okunması kolay. Nezip Fazıl saraya hesap sormaz ve;
“Titrek parmağınla tutup tığını Alnıma işleme kırışığını Duvarda, emerek mum ışığını, Bir veremli rengi bağlama gurbet” (2)
derken de, gurbete sebep aramaz. Belki kader, belki kısmet; fakat mutlak takdiri ilahi… İmtihan yeridir dünya ve soru sormak tanrının inhisarında.
Oysa, “Gurbet asıl pasaportumuz; koynumuzda” (3)
“gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar ne alın yazısı, el yazısı be! sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, süpürürüz yaban ellerinin sokaklarını; pis el, pis yürek!”
Mister President okuyabilir mi bu dizeleri? Ki devamı da var:
“ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark varalım dağılalım kartal anadolu'dan yeryüzüne beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi yollarını temizleyelim al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek” (4)
***
Başkasının dertlerine gark olmuş Küçük İnsan’larla doluydu salon. Mister President, dünyaya meydan okuyordu; ne de olsa tuzu kuru, dünyalığı yerinde. Ha dese, kırk saray kurabilir kendine. Oysa Küçük İnsan, bir gün sonra, o şehrin sokaklarını süpürecek, avuçlarını patlatarak çınlattığı salonun tahta zeminini paspaslayacaktı.
Öyle bir fotoğraf işte. Kim bilir kaç kere tab edilmiş kirli sularda…
“pis el, pis yürek”
***
Sahi, Mister President hiç Ruhi Su (5) dinlemiş midir?
Hasan Sever
Zürih, 25 Mayıs 2014
(1) Paul Eluard, Asıl Adalet
(2) Necip Fazıl Kısakürek, Gurbet
(3) Hasever, Kampanya
(4) Fazıl Hüsnü Dağlarca, Almanya’da Çöpçülerimiz
(5) Ruhi Su, El Kapıları, İmece Plakları, 1977
Fotoğraf: (picture alliance / dpa / Wolfgang Hub)
(1) Asıl Adalet İnsanlarda tek sıcak kanun, üzümden şarap yapmaları, kömürden ateş yapmaları, öpücüklerden insan yapmalarıdır. İnsanlarda tek zorlu kanun, savaşlara, yoksulluğa karşı kendilerini ayakta tutmaları, ölüme karşı yaşamalarıdır. İnsanlarda tek güzel kanun, suyu ışık yapmaları, düşü gerçek yapmaları, düşmanı kardeş yapmalarıdır. Hep var olan kanunlardır bunlar, bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar, yayılır, genişler, uzar gider ta akla kadar. Paul Eluard Çeviren : A. Kadir
(2) Gurbet Dağda dolaşırken yakma kandili, Fersiz gözlerimi dağlama gurbet! Ne söylemez, akan suların dili, Sessizlik içinde çağlama gurbet! Titrek parmağınla tutup tığını. Alnıma işleme kırışığını Duvarda, emerek mum ışığını, Bir veremli rengi bağlama gurbet Gül büyütenlere mahsus hevesle, Renk dertlerimi gözümde besle! Yalnız, annem gibi, o ılık sesle, İçimde dövünüp ağlama gurbet!.. Necip Fazıl Kısakürek
(3) Kampanya Açlığı fotoğrafla paketliyorlar Renkli, tiril tiril, tertemiz kağıda Yeni bir kampanya, alaturka: Bir açlık alana, bir fotoğraf bedava Resim gördüm rüyamda; banknot, keyfekeder Rüyada resim iyi değil; günah der büyükler Pek inanasım yok aslında: Bir işsizlik alana, bir resim bedava Çarşıda ne işim olsun; hem dedim ya işsizim Tohumsuz kavak püskülü gibi geçiyorum sokakta Yine de en güzeli sokaklar: Bir teselli alana, bir büst bedava Annem söylenirdi, babam erken öldü Hiç cümle bırakmadı mübarek; tertemiz gitti arafa Olsun, yine de üzülürüm babama: Bir kefen alana, bir dua bedava Gideceğim; istanbul türkçesiyle yazıldığı gibi olmasa da Kirli gırtlak, dil ucu, kesme sesleri aldım yanıma Gurbet asıl pasaportum; koynumda: Bir yoksulluk alana, bir bayrak bedava Pastaneleri sevmiyorum; masaları küçük, sahipsiz sevda bırakılmıyor altına Gelmeyeceksin sen, hiç de gel diyemedim sana İstersen ellerimi bırakırım ama: Bir ayrılık alana, bir ölüm bedava. Hasan Sever Zürih, 2 Ağustos 2012
(4) Almanya’da Çöpçülerimiz nasıl geçtin de boz bulanık sellerden haberim mi aldın esen yellerden yadigar mı da geldin bizim ellerden gül-ü reyhan gibi koktun birader gül-ü reyhan misali koktun birader gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar ne alın yazısı, el yazısı be! sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, süpürürüz yaban ellerinin sokaklarını; pis el, pis yürek! sığmazken atalarım güne, yarına düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına daha üç yüzyıl evvel, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar eğilirdi bu ülkelerin burçları uygarlığımıza, şimdi ta bünyan'daki üç çocuk, ağızları açlıkla büyümüş şimdi ta ereğli'deki dört çocuk, gözleri açlıkla iri iri alır karanlıklar ardından gönderdiğim kara lokmasını sığmazken atalarım güne, yarına düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark varalım dağılalım kartal anadolu'dan yeryüzüne beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi yollarını temizleyelim al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek sığmazken atalarım güne, yarına düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına Fazıl Hüsnü Dağlarca