“Bir teorin var mı Watson?

Holmes & Whatson

“Zekanın fazlası şeytan çağırır” diye yazdığımı hatırlıyorum. Öyle uzun boylu bir düşüncenin arifesinde edilmiş bir laf değildi benimki. Biraz içgüdüsel biraz da zekadan duyduğum korkunun ürünüydü bu söz ve pek tabiidir ki sözümün arkasındayım. Zeka, sanatsal estetikten uzak olduğu zaman, gerçekten ürkütücüdür zira zeka, madde alemine aittir ve şeytan dünyaya dairdir. Ama sanatsal üretimin törpüsünden geçen zeka ki en billur hali Can Yücel’de mevcuttur; muhteşem lezzettedir. İsteseniz bir düşünün: Yücel’in şiirlerinin son dizeleri tahmin ötesi ve şiir zekasındadır…

Sherlock Holmes Hikayeleri

Sonradan Sir, Arthur Conan Doyle’un keleminden bütün dünyaya dalga dalga yayılan Sherlock Holmes (1) hikayeleri, 19.yy’ın sonlarına doğru, bugünden anlaşılması zor bir okur kitlesine ulaşır. Bugünden anlaşılması zordur zira günümüzde bir kitabın o denli okur alakasına mahzar olması artık teknik olarak da pek mümkün değildir. Televizyon ve İnternet’in sabun köpüğü misali oluşturduğu popülariteler bir tarafa bırakılırsa, bir sanat yapıtının aynı anda bütün dünyada bu kadar izlenebilir/okunabilir olması bir hayli zor görünüyor. Çünkü günümüz dünyası, insanı bir noktaya odaklaşamayacak kadar parçalamış bulunmaktadır. Holmes, 20. yy’ın arifesinde öyle bir kahraman olmuştur ki, Doyle bile onu öldürmeye, kaybetmeye yetkin değildir. Bir İsviçre macerası sonrası kaybolduğu okunduğu anda bütün okurlar ayağa kalkar ve Doyle kaybettiği kahramanını tekrar yazın sahnesine çıkarmak zorunda kalır.

Holmes’un karakterine tezat oluşturan bu ilgi, Doyle’un yaratıcı zekasından ve henüz devletler hukukuna terk edilmemiş insan saflığından kaynaklanır. Holmes, analitik düşüncenin bir kristal örneği ve üniforma taşımayan bir “sorun adamıdır”. Aslında her mesele Holmes’a, önüne geçilemez zekasını dizginleme ve hayatta kalma fırsatı sağlar. O denli keskin bir zekadır ki taşıdığı, kullanılmadığında kendi bünyesine zarar verir. Kimi boş zamanlarında kokaine başvurması da bu zekanın dizginlenemeyen gücünden kaynıdır. Ama Holmes sadece zekadan ibret değildir; zaten bu yüzden Holmes’dur. Kimi zaman adalet, kimi zaman cellat ve kimi zaman da kanun koyucudur. Yani zekasını, kendi şehri vücudunda vicdan mecrasına sokabilen kişidir. O, ama, hepsinden öte bir amatördür. Bu da artık günümüzün “anlaşılamayanları” arasındadır… 

Hız daha fazla hız! diye tepinen kapitalist sistem, öylesine bir döngüye sokmuş bulunuyor ki insanlığı, neyin ne olduğu tam anlaşılmadan geçip gidiveriyor. Bu yüzdendir ki artık kimsenin herhangi bir şeye dair bir teorisi bulunmuyor ve belki de teori oluşturma fırsatı insanlığa verilmiyor. Malumdur… Denir ki “Mehmet’i boş bırakırsan firarı düşünür.” Doğrudur çünkü insan aklı kendi haline bırakılırsa askerliğin manasızlığına hüküm verir. Konumuz da tam bu minvaldedir… Holmes’un, dostu Watson’a sorduğu soruyu önce kendimize ve sonra en yakınımızdakine bir soralım ve cevabında namuslu davranalım: Var mı bir teorin Watson?

Ama teori bir altyapı gerektirir. Teori bir disiplin ve metot gerektirir. Disiplin ve metottan uzak olan biri teori oluşturamaz. Teori, bağ kurabilme ve kadere inanmamak demektir. Teori hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bilmek demektir. Teori, sihirle insan öldürülemeyeceğini bilmek ve bu yüzden önceden, öldürülecek kişinin kahvesine iki damla siyanür koymayı akıl etmek demektir. Ve teori durmak ve etrafa derin derin bakabilmek demektir. Bütün bunlar olmadan ortaya çıkacak olan kişi teknik ve laboratuar ortamında çözülebilir demektir.

Meselesine balıklamadan atlamadan önce oturup düşünebilmek, Holmes’un en karakteristik özelliğidir. Ve aslında meselenin çözümü olay yerinde değil Holmes’un beyninde vücut bulmaktadır. İnsan, eğer becerebilir de aklıyla görmeyi başarırsa, görüntünün aldatıcığından kurtulma şansını yakalamış demektir. Meseleyi dinlerken teorize eden Holmes, bu yüzdendir ki aynı olay mahallinde kimsenin göremediğini görebilen kimsedir. Zira o, o görülemeyeni arayan yegane kişidir. Ve aradığı için de bulmaya en yakın durandır.

Holmes bilimseldir; sadedir. Meseleyi açıkladığında meselenin ne kadar basit olduğu ortaya çıkar ama o anlatmadığı sürece o basitlik kocaman bir muammadır. Bir bağlama ustasını dinleyen caylağın, “bunu bende çalarım” yanılgısına düşme durumudur Holmes… Aynı perdeye dokunan caylağın aynı nağmeyi bulamamaktan ötürü uğradığı hayal kırıklığıdır da… Einstein’ın enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi formülasyonu ne kadar sadeyse Holmes o kadar sade, ne kadar çaplıysa Holmes o kadar çaplıdır.

İnsanın, bir sürü veriyle aptallaştırıldığı ve komplo teorilerine sevk edildiği günümüzde Holmes’u okumak, temiz bir nefes almak kadar elzemdir ve gördüğüm, beyinlerin böylesine temiz bir havaya şiddetle ihtiyaç duyduğudur. Görerek düşünmekten helak olmuş ve düşünemez hale gelmiş insanlık, beyinle görmenin lezzetine bir kez daha varmak isterse Holmes’u okumalı. Bu onun evrimleşmesi demektir; yok diretirse, tüketen ve tükenen hayvan olmaktan öte bir şansı yoktur…

Hasan Sever

Zürih, 2 Mayıs 2011

(1)  Sherlock Holmes (Memoirs of Sherlock Holmes), Neptün Yayınevi, İstanbul 2002