Sayın Altan ne zaman anladınız (mı)?

(Neyi..?)

Daha dünmüş gibi hatırlıyorum 🙂 Her şey bir bir “Tweet”le başladı. Çok geçmeden gazeteler Mehmet Altan’ın Star’daki mesaisinin bittiğini duyurmaya başladılar; hatta işi biraz “abartıp” “Mehmet Altan Star’dan Kovuldu” (1) diyenler de vardı. Abartmayacağım. Mehmet Altan evvela başyazarlıktan, sonrasında da yazarlıktan el çektirilmişti. Hangi gazeteden? Star. Star’ı nasıl bilirsiniz? İşte öyle, ben de öyle biliyorum. Akabinde dostlarımla şöyle bir paylaşımım oldu (Zürih, 18 Ocak 2012):

Sen şimdi, ülkenin demokratikleşmekten imtina ettiğini söyleyip, bundan önce kurduğumuz bütün cümleleri cebine koyacaksın.

Sen şimdi, o cebine koyduğun cümleleri, elinle şakırdatıp, bende misket çok diyeceksin.

Sen şimdi, o misketlerle başka çocukları kandırmak için, yeni bir ekibe baş olmak isteyeceksin.

Sen şimdi, o ekipten kovulana kadar, yine, oyuna gelmeyen cümlelerimizi biriktireceksin.

Ve sen hep böyle ayağımıza dolanacaksın.

Bu paylaşımımın üzerinden gün geçmemişti ki Sayın Altan, Etkin Haber Ajansı’ndan Arzu Demir’e konuştu (2). Pek tabii beni doğrulamak için konuşmadı 🙂 Ama bu kadar mı olur? O kadar oldu.

(Söylediklerimden, bir tek “kandırmak” kelimesi içime sinmiyor; lakin acemiliğimden midir, yoksa kelimenin inatçılığından mı bilinmez, bir türlü, onu oradan uzaklaştıramıyorum.)

Mülakata geçiyorum:

“Röportajdan dolayı özür dilemeniz ya da benzeri bir şey istendi mi sizden? (Mehmet Altan’ın daha önce Fırat Haber Ajansı’na verdiği röportajdan (3) bahsediliyor bn)

  • O röportajdan dolayı, “maksadımı aşan şeyleri söyledim” şeklinde bir şey yazmam istendi.

İfade ettiğiniz şekilde mi söylendi?

  • Maalesef. Bu cümle sonradan ifade edildi, ancak bana söylenen, böyle bir açıklama yapmamdı. Bu dehşet verici bir şey. Gazetenin içindeki bu özensizlik, hoyratlık yetmiyormuş gibi, “Ne söylediğini, nereye konuştuğunu bilmez. Ama tashih ettiririz” anlayışı var. Bu nezaketsizlik, hoyratlık, özensizlik – en kibar deyimiyle söylüyorum- işin nereye geldiğini gösteriyor.”

Sayın Altan, işin nereye geldiğini gösteren durumu mideniz nasıl kaldırdı? Söz temsil, aklınıza istifa etmek hiç gelmedi mi? Hani, istifa mukaddes bir müessese ya, o manada. Başyazarlık rütbeniz söküldü, yetmedi yazılarınız azaltıldı ama siz direndiniz. Şimdi biz böyle mi anlayacağız? Direndiniz ve düelloda tetiği hasmınızın çekmesini beklediniz. Gelin görün ki, hasmınız, hasmınız olamayacak kadar erdeminizden uzak ve hoyrattı. Vuruldunuz! Sizi demokrasi şehidi mi sayacağız? Fakat her şeye rağmen vurulmanız, pek tabii, muteber bir durum, çünkü onun da piyasası var. Ve şimdi o piyasadasınız. Bu bir kazan kazan oyunu. Başyazarlık yapıyor kazanıyor, başyazarlık rütbeniz alınıyor yine kazanıyor, yazarlığınıza son veriliyor ondan da kazanıyorsunuz.

  • “O röportajda sadece “askeri vesayet yok, siyasi vesayet de var” dedim. Çünkü bugünkü siyaset kurumunu 12 Eylül oluşturmuştur. Siyasi yapı, 12 Eylül vesayetinin bir parçasıdır. Siyasetçilerin ihtiyacı olanları konuşuyoruz ama toplumumuzun ihtiyacı olanları konuşmuyoruz. Bugün siyasi olarak var olan bütün partilerin varlıkları 12 Eylül hukukuna bağlıdır. 12 Eylül hukuku siyasi partiler yasasını oluşturmuş, seçim yine 12 Eylül’ün seçim yasasına göredir. Meclis iç tüzüğü ve seçim barajı da öyledir. 12 Eylül zihniyetini ve siyaset kurumunu oluşturan zihniyeti değiştirmeden siyasi vesayet ortadan kalkmaz. Bir kere parti içi demokrasi, çoğulculuk yok. Oradan nasıl bir çoğulculuğu topluma çıkartacaksınız. O nedenle tek adamlar dönemi, üç dört partinin liderleri üzerinden bir rejim oluşuyor. Bu beyanatımı da açıkladım. Bunun da altını çizeyim.”

Bu vesayet meselesi çok tuttu. Herhangi bir şeyin başına ve ya sonuna vesayet eklediniz mi her türlü durumu kurtarmış oluyorsunuz. Yukarıdaki paragraf çok muhtemel “sol”a, “solcu”ya ait bir paragraf olabilir. Paragrafın her tarafı doğru ve tutarlı, biz de (marksistler, sosyalistler) aynı şeyleri söylüyoruz. Peki nedir aramızdaki fark? Niye kimse bize “başyazarlık” teklif etmiyor ya da biz niye “başyazarlık” peşinde koşmuyoruz?

  • “Dersim’de özür dilendiği vakit Başbakan’ı çok alkışlarım ama bir aydır Uludere’de ne oluyor, ne bitiyor bunun üstü örtülü kalıyorsa, bunu da eleştiririm, bu çok doğal. Ama siyaset yedikçe iştahı artan bir canavar gibi eleştiriden nefret ediyor, müthiş bir biat kültürü ile sadece övgü ve alkış istiyor. Aynı zamanda da Türkiye öyle bir geleneğe sahip ki! Birisini eleştiremiyorsan övme, eleştiremediğin adamı övmeye dalkavukluk denir çünkü.”

İşte aramızdaki ilk fark bu paragrafta ortaya çıkıyor. Biz “Dersim Özrü” için alkış tutmayız; oraya bir mim koyarız. “Bayram değil seyran değil” deriz. Diyen kişiye, o kişinin evveline bakarız… Bir sürü şeye bakarız ki bu, tarihsel refleksimizdir. Her söylenen gerçek olsaydı, Sayın Altan, gerçeğe gerek kalmazdı.

“Ama bir aydır Uludere’de ne oluyor?” diyorsunuz ya Sayın Altan, sorunuza ayna tutuyorum:  Aynı cümlede, özne, hem “Katliam Özrü” dileyip hem katliama nasıl fail olur? Bunu düşününüz. Görmediğinizi sanmıyorum; daha sonra, umarım, açıklarım.

12 Eylül’ün devamı olan bir yapıdan; yine 12 Eylül sayesinde sahne alabilmiş ve zirve görmüş kişilerden, o kişilerin ömrü hayatlarından bir tanecik demokrasi bedeli ödemediklerinden hiç bahsetmeyeceğim. Ben daha ziyade, biat meselesine geleceğim; biat kültürü ile sadece övgü ve alkış” isteyen siyasetin “güncel” temsilcisini belirtmekte imtina etmişsiniz, yardımcı olayım. AKP’den ne bekliyordunuz? Başlamadan sizden, herhangi bir arama motorundan “biat” yazıp aratmanızı rica edeciğim. Bakın bakalım, memleketin sosyalistleri, anarşistleri (ve hatta kemalistleri) “biat”ı ne sıklıkta ve nasıl kullanmışlar. Sayın Altan, yaptığınız düpedüz rol çalmadır, emek hırsızlığıdır.  Herkes her cümleyi kurma hakkına sahip değildir. Daha düne kadar, iktidarın en has destekçi olan bir gazetede başyazarlık yaptıktan sonra kalkıp bu cümleleri kurmaya hakkınız yok. Aynı haksızlığı “Davos Çıkışı”yla Erdoğan da yapmıştı. Hep yazdım, hem başbakan hem kahraman olunmaz. Sayın Altan, sizin yeni keşfettiğiniz “Biat Kültürü,” siz Star Gazetesi’nde başyazarlık yapıp, televizyon televizyon gezerken de vardı. Yine o “Biat Kültürü,” bu hükümet “askeri vesayeti” kaldırıyor şarkıları söylenirken de vardı. Ha keza, davul zurnayla AB kutlamaları yapılırken de “Biat Kültürü” dipdiri siyaset sahnesinde duruyordu. Kaldı ki, o biat, sadece bugünün değil, koca bir tarihin tarihi.

Sayın Altan, benden duymuş olmayın ama, tanrı/lar yukarıda durduğu gibi durmaz/lar. Yere iner, ekmeğe suya karışır; oturma odanıza gelir, cümlenize girer, yola çıkar, köprüye ayak, viyadüğe kolon olurlar. Hiçbir tanrı yoktur ki yeryüzüne inmesin. Ve yine hiçbir tanrı yoktur ki mümessil edinmesin. İşte nasıl tanrılar biat isterse, aynı şekilde mümessilleri de biat isterler. Tarih boyunca bunun farklı şekilleri olagelmişse de öz hep aynı kalmıştır. Şimdikiler, yani sizin demokrasi beklentisi içinde olduğunuz kadrolarsa, neo-liberalliğin terkisinde, çember sakal takılıyorlar. Göremediyseniz, bari bir göreni dinleseydiniz. Ama meselenin görmek olmadığını düşünüyorum.

Kişisel konfor ve yine kişisel iktidar, her ne kadar “kimilerini” AKP’den demokrasi şahbazı çıkarmaya zorlamışsa da , AKP, tıpkı öncelleri gibi sipsivri bir biat geleneğinin devamı olagelmişlerdir. Bu, siz onlardan demokrasi şampiyonu çıkarırken de böyleydi. Bu, siz onları “Dersim Özrü” için alkışlarken de öyleydi. Bu, her zaman böyleydi, Sayın Altan.

Niye gör(e)mediniz?

Hayır, soru bu değil. Soru, niye görmek istemediniz?

Taş, kafa kırar dediğimiz zaman “hayır, kırmaz” diyordunuz; çünkü o taş henüz kafanıza gelmemişti; kaldı ki, size göre biz başımızı taşa atıyorduk. Bu yüzden “yetmez ama evet diyordunuz.” Zaten sizler için, size zarar vermemiş her şey bizlerin abartısı, çamur atmasıydı. Ne zaman taş kafanıza geldi, dün ettiğimiz bütün cümleleri cebinize toplayıp şakırdatmaya başladınız. Çok ayıp! Biat’ı yeni mi fark ettiniz? Anti-demokratlıklarını yeni mi fark ettiniz? Sadece kendilerine “demokrasi” istediklerini yeni mi fark ettiniz? “Mağduriyet” cümlelerine başlamadan önce, en azından, bütün bunları söyleyip görenlerden özür dilemeniz icap ederdi.. Fakat öyle yapmıyor, sanki bunu, yine o başa bela egoyla, ilk siz keşfetmişsiniz gibi cümle kuruyorsunuz. İşte ben de buna katlanamıyorum. Hem rol, Sayın Altan, hem de emek çalıyorsunuz. Yapmayın, ayıp şeyler bunlar…

Hasan Sever

Zürih, 30 Ocak 2012

Not: Sayın Altan’ın, t24.com.tr İnternet sitesine verdiği mülakat, yazının redaksiyon ertesine denk geldiği için buraya konu edilmedi. Yine de alınmamış dersin nişanesi olarak bir paragrafı aktarmak istiyorum: “Ama AKP, pratik bir parti. Belki eleştirileri görür ve olmadık bir viraj kazanabilir ama burada devleti ele geçirmek meselesini altını çizmek gerekiyor. AKP zihniyeti, kuantum sıçramasına uğrar da, devlet dediğimiz şeyin bütün herkese eşit mesafede hizmet olduğunu algılarsa, bu hayırlı olur. Ama bu sıçrama olur mu, onu bilemiyorum. Yine de umuduma tamamen duvar örmüş değilim.”

Kaynak ((Link kırık): ): http://www.t24.com.tr/mehmet-altan-akpye-yakin-gazeteler-siyasi-baskiy/haber/194727.aspx?Page=2

(1) (Link kırık): http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1326892452&year=2012&month=01&day=18

(2) (Link kırık): http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1327572868&year=2012&month=01&day=26

(3) (Link kırık): http://www.firatnews.eu/index.php?rupel=nuce&nuceID=56447