Özgürlük

Çok meşhursunuz. Değil kelimelerinizin, harflerinizin bile okuru, takipçisi var. Söyledikleriniz veya yazdıklarınız anında milyonlarca kişiye ulaşıyor. Ve bu milyonlar bir sonraki “beyanatınıza” kadar son söylediklerinizi tartışıyor. Kısacası, bir çeşit düşün iaşesi dağıtıyorsunuz ve buna muhtaç bir sürü insan var. Özgür müsünüz?

Yazmayı, hep, yemek yapmaya benzetirim. Tadı, lezzeti, sunumu, içeriği, sıcağı, soğuğu vs. Benzemiyor mu? Bir gazeteyi düşünün ve onun bir köşe yazarını: Günlük yazı yazıyor. Yazdıkları, gazetenin okunurluğuna paralel, insanlara ulaşıyor. Her istediğini yazabilir mi? 

Yemek fabrikası. Yemek yapıp dağıtıyor. Müşteri kitlesi homojen değil ve üstelik kaypak: Tatlı seven var, sevmeyen var. Tuzlu yiyebilen var yiyemeyen var. Alerjisi olan var olmayan var. Acıdan hoşlanan var basurdan muzdarip olan var. Peki, yemek fabrikası nasıl bir yemek yapacak? Hangi damak tadına ve hangi şahsı ortalama kabul ederek? Her istediği yemeği yapabilir mi?

Köşe yazarının okur kitlesinin içinde sağ var sol var; o da yetmedi, muhafazakar var, daha az muhafazakar var. Çevreci, hayvan hakları savunucusu, liberal, devletçi, muhalif, iktidar yanlısı, esnaf, memur, işçi ve hatta öğrenci… Şimdi düşünelim bakalım, bu zavallı, neyi kim için yazacak? Her istediğini yazabilir mi? 

Bir kır lokantası düşününün; yüz müşterisi olsun. Bir mahalle kebapçısı düşünün, yine yüz müşterisi olsun. Ortalaması elli olan, bir çay bahçesini veya çay ocağını düşünün. Bu küçüklük bile bir “ortalamaya” mahkum değil midir? Peki, bu “ortalama”dan kurtuluş yok mudur?

Vardır. 

Anılarımızı süsleyen “yer”lerin veya yazarların hepsi kendine mahsus kişiliklerdir. Şöyle deriz örneğin “adam sırf menemen yapıyordu ve müşterisi sıradaydı” ya da “kuru fasulyeden başka menü yoktu ve boş masa bulmak hep sorundu” Ya da yazarı düşünün “küçük hayatları, süssüz hikayeleri ve mucizeye uzak hayatları yazardı ve hep standart üstüydü”

Bütün bunları niçin yazdım biliyor musunuz? Hillary Clinton’dan nefret ettiğimi yazmak için. Bu rahatlığı, yani nefret ve sevgi ilanını hiçbir şeyle değişmeyeceğimi söylemek için. Satılık ruhlar pazarına meta olmayacağımı söylemek için. Ve hep yaptığım gibi, kendimi bağlamak için…

Peki Hillary’ye nereden geldim? Gazete haberinden… Körfez ülkeleri ABD’den 123 milyar dolarlık silah alacaklarmış. İsviçre gazeteleri bu haberi “tarihin en başarılı silah tüccarı” başlığıyla verdi. Bu başlığı ben atsaydım “müzmin bir Marksist” derlerdi; kendileri atınca  övgü oluyor. Can Yücel diyor ya:

elimde bir tebeşirle gezerim sokakları 
"dikkat köpek var!" yazısını gördüğüm zaman bir yerde 
altına; 
'evet doğrudur' yazmak için! 

Ben de böyle yapıyorum: 

Can Yücel’e ayna tutuyorum:

Almanca, Die erfolgreichste Waffenhändlerin der Geschichte” (Tarihin en başarılı silah tüccarı) başlığının altına, tükenmez kalem ve enerjiyle, Türkçe, “Evet, Doğrudur!” yazıyorum.

Ve inanın bana kalıba oturduğundan mıdır nedir Türkçe ve Almanca hiç yabacı durmuyor birbirine.

Hasan Sever

Zürih, 22 Eylül 2010


Özgürlük 2