Fikret Şenses Hocama

“Arkadaşlar, bir Rizeli Ankara’dan ayrılırsa ne olur?” 

Hastalığından haberim yoktu. Ölüm haberini telefon ekranında gördüğüm an, bir yanlışlık olmalı dedim içimden, eksildiğimi hissettim. Ve sanıyorum ki sadece ben değil kendisini tanıma fırsatı bulan herkes eksildi…

Güler bir yüzle girmişti içeri. Yıl 1991, yer ODTÜ İİBF’nin dip dersliklerinden biri ve dersimiz Econ 101 idi. Biz tıfıllara hafif bir utangaçlıkla bakıp, kendini tanıttı. Yüzünde her daim bir gülümseme dalgası vardı.  Utangaçlığı nezaketindendi. Ve hayatımda tanıdığım en kibar, en nazik iktisat profesörüydü.

ODTÜ iktisata derece ile girmiştim fakat sömestrin sonunda final sınavına girmeyecek kadar derslerden bilhassa mikro ekonomiden kopmuştum. Finale girmediğimi fark edip beni odasına çağırmıştı. İlgisine şaşırmıştım. Odası İdari’nin meşhur hocalar katında sanırım ortalarda bir yerdeydi. Her tarafından kitaplar sarkan azıcık da dağınık bulduğum odasında gayet yapıcı ve sevecen bir üslupla neden finale girmediğimi sordu. Kendimce bir şeyler geveledim, “Aldığımız dersi yaşadığım hayatta herhangi bir yere oturtamıyorum.” benzeri kendi boyumu aşan bir cümle kurdum. Sakince dinledi. Bunun henüz iktisata giriş olduğunu, üst sınıflarda toplumsal içerikli derslerin bulunduğunu söyledi.

Orta halli bir ailenin çocuğu olarak devlet bursuyla Londra’da yüksek lisans eğitimi almış, Merkez Bankasında uzman olarak çalışmış, ODTÜ’de yıllarca iktisat dersleri vermiş, sayısız öğrenci yetiştirmiş, onların hayatına dokunmuş; kitaplar, makaleler yazmış, yani dipten zirveye dişiyle tırnağıyla çıkmış bir cumhuriyet aydınıydı. İlkeliydi. Bir sınav sonrası notunu fazla hesapladığı bir arkadaşımız kendisine durumu bildirince “O benim hatam, sorumluluk benim” deyip notu olduğu gibi bırakmıştı. Etkilenmiştik.

Üst sınıflarda kendisinden ders alma fırsatım olmadı zira uzun süren bir sürgün hayatım oldu. Ekonomi Topluluğu faaliyetlerinden ötürü kendisiyle yaptığım ders dışı birkaç görüşme dışında yüz yüze temasımız olmadı.

Arada geçen yıllar boyunca, dersinde kaldığım halde bende bu derece olumlu iz bırakmasının sebeplerini çok düşündüm. Kibardı, mütevaziydi. Öğrencisine kendisini değerli hissettiren hocalardandı. Aynı gün sınav sonuçlarını kapısına asacak kadar çalışkan ve disiplinliydi. Hani bugünlerde yayınlanan ve akademide prof olduktan sonra verimliliğin diplerde dolaştığı türü grafiklerin dışında biriydi.

Ara ara gazetelere yazılar yazardı. Heyecanla takip ederdim. Sosyal medyada olmadığı için birkaç kez mail ile haberleştik. Sevgili Fikret Görün Hocam üzerinden fırsat buldukça kendisine selamlarımı iletirdim.

Hastalığından haberim yoktu.

Kendisini en son sevgili Çiğdem Boz’un İktisatçı belgeselinde gördüm. Orada, iktisatçı olmasaydım sanatla uğraşmak isterdim türü bir cümlesini duyunca, işte fırsat demiştim içimden, bunu kendisine söylemeliyim…

Olmadı.

Büyük  bir sevgiyle kabul edeceğinden hiç şüphe duymadığım o şeyi şimdi burada herkesin huzurunda söylemek istiyorum:

“Sevgili Hocam, girmediğim finalin telafisi olur mu bilmem, her daim büyük bir heyecan ve şevkle anlattığınız mikro ekonomi dersinin hakkını verememiş bir öğrenciniz olarak, kabul ederseniz edebiyatımın bir kısmını sizin adınıza yapmış olayım…”

Hep güzel, aydınlık yüzünüzle hatırlayacağım sizi.

Baştaki sorunuza gelince, Mikro dersini zevkli hale getirmek için şaka yollu sormuş peşinden gülerek, “Ankara’nın zeka ortalaması düşer” demiştiniz. O şakanız ne yazık ki yıllar sonra içimizi yakan bir gerçek oldu:

Bir Rizeli ayrıldı Ankara’mızdan, insanlığımıza dair tüm ortalamalarımız düştü.

Sevgiyle…

Öğrenciniz Hasan Sever
Zürih, 25 Ocak 2023