Bir kurşun sık göğün boşluğuna
Bak, nasıl dön ha dön eder.*
Maraş’ın orta yerinde bir çocuk vururlar; solcu. Sene belli değil, isim yok, tutanak kayıp. Mahzuni olmayaydı biz nereden bilecektik? Ölmüşsün kime ne? Devletin düzeni sağlam, bize de o lazım.
“Kaşların arasından dom dom kurşunu değdi”ğinden bu yan, çok şükür, memleketimin şakağından namlu eksik olmadı. Sadece memleketim olsa öper yüreğimde saklarım, dünyanın da hali böyle. Şakağında soğuk namluyla dön ha dön ediyoruz. Bir gün fena halde patlayacağız ya, dur bakalım.
Oyun
Norveç’in Oslo’sunu nasıl bilirsiniz? Bilir misiniz? İşte öyle bir şey. Bilmekle bilmemek arası. Herhangi bir Kuzey Avrupa şehri bu sessizliktedir. Son tepeyi aşana kadar orada bir şehir olduğunu bilemezsiniz.
Alman televizyon kanallarının neredeyse hepsi, canlı yayındaydı. Yüzü sivilceli çocuklar, İngilizcedeki “game” kelimesini geveleyerek, “oyun” diyorlardı. Hepsi, önce, oyun sanmış. Sonra bakmışlar kanın rengi kırmızı, uyanmışlar. Ne tuhaf! Öldüren de, “öldürme oyunu”nu çok seviyormuş. Hayat denen “şeyin” önce o-yönünü öğreniyoruz. Ve galiba bazılarımız, o oyundan hayata hiç dönemiyoruz.
Bir kötülük nasıl bu kadar uzun boylu olur? İnsan, bir yerde, bir “an”da kabustan uyanmaz mı? Columbine’yi kana bulayan “iki çocuk” da eylemlerini aylarca planlamışmış. Hani diyor insan, bir yerinde bu planın, ulan, (herhangi bir) insana çarpmaz mı suratımız? Tertemiz, içi dışı bir, gıcır gıcır cama çarpıp kendimizi geliriz ya, o hesap. Demek ki hiç bir birimize çarpmıyoruz. Koca koca şehirlerde, arı oğulu misali iç içe, lakin hiç bir birimize değmiyoruz.
Karıncaların bir türü, çıkınında katık olduğu halde iki gün boyunca toplumundan soyutlanınca ölüveriyormuş. Biz, ne lanet bir canlıyız ki, ölmemeyi de öğrendik. Oysa o karıncadan ne farkımız var? Toplumumuzdan soyutlanınca sonumuz harap değil mi?
Küçücük bir adada, son haberlere göre, seksen beş insanı öldüren “kişi”, eylemi “tek başına” yapmış. Tek başına yaşayamayan mahluk, nasıl olmuş da tek başına seksen beş insanı öldürmüş? Yahu el insaf, seksen-beş insan. Kaç dünya, kaç galaksi, kaç evren eder? Hesabı mümkün mü?
Manifesto
O “kişi”, öldürmeye girişmeden önce, bin beş yüz sayfalık manifesto yayımlamış. Gani gani. Hele ki şimdi. Kes yapıştır; çok kolay. Ne olacak, nereye bağlanacak, hangi nehre karışacak, hangi deryaya akacak? Omurgası olmayan hangi bilgi ayakta kalmış? İşte böyle saçma sapan bünyeler türüyor. Manifestonun başı sonu ölüm. Halbuki, dünyaya dair temiz düşleriniz varsa, kalabalık cümle kurmazsınız. Öyle değil mi? Aşk ilanı kaç satır tutar? Bu kadar uzun tutulduğuna göre muhakkak günah örtüyordur.
İşte sağın dünya tahayyülü.
Öldürmekten başka hiçbir cümleleri yok. Onu da, belli ki kapitalizmin karanlığından üretiyorlar. Başlarını yesin.
Fakat paniğe mahal yok. Avrupa polisi, radikal sağı daha çok izlemeye başlayacakmış. Yani mum, dibini ışıtacakmış. Soldan mesai kaydırsalar ya. Her sabah kalktıklarında, nerede bir sol nefes alınmış onun derdindeler.
Dom Dom Kurşunu
Onu diyordum…
Kayıtlara böyle düştü. Norveç’in Utoya adasında seksen beş insanı öldüren “kişi” dom dom kurşunu kullanmış.
Dom dom dom…
Hasan Sever
Zürih, 25 Temmuz 2011
* Yıllar önce gazetede okumuştum. Karadeniz’in bilmem hangi beldesinde, avcılar, her yıl, Palavra Yarışması düzenlermiş. O yılın palavrası şöyleydi (düzenledim): “Sazlığa pusuya yattım. Çok geçmeden, şarkılı türkülü ördek sürüsü göründü. Sürü, namluma yakın, inişe geçmişti ki tetiğe bastım. 32 ördeğin hepsi cansız suya düştü. Fakat o da ne! Meğer, fişeğe 33 saçma koymuşum. Boşta kalan saçma, iki gün sonra gölü kontrole gittiğimde bile sazlığın üstünde dolanıyordu.”
Meğer Karadenizli avcı, gerçeği mizaha saklamış. Meğer hiçbir tetik boşa düşmüyormuş -da- biz onu palavra sanıyormuşuz!