Sinema dünyasının derinlikli yönetmenlerinden Roman Polanski, 5. Zürih Film Festivali kapsamında davet edildiği Zürih’te, 26 Eylül 2009 tarihinde Zürih Havaalanında gözaltına alıntı ve bu yazı klavyeye alındığında hala gözaltında bulunuyordu. Polanski 1977 yılında ABD’de işlediği bir suçtan ötürü 32 yıldır ABD polisi tarafından aranıyordu. 13 yaşındaki bir kız çocuğuyla yaşadığı cinsel ilişki sonrasında yakalanan ve daha sonra kefaletle serbest bırakılan Polanski, ABD’de alacağı hapis cezasını tahmin ederek oradan kaçmış ve ülkesi Polonya’ya yerleşmişti. Sinemayla ilgilenenlerin bildiği bu hikaye, şu günlerde bütün dünyaca bilinir hale geldiyse bunda tuhaf İsviçre Gözaltısı’nın büyük bir payı var. Bu babımız Polanski gözaltsına direnen, Yılmaz’ı kabul etmeyen ama Kaddafi’nin “Hannibal”ına teslim olan İsviçre, ve dolayısıyla, dünya adalet sistemine dairdir.
Roman Polanski
Polanski, Yahudi asıllı bir baba ve Rus göçmeni bir anneden 1933 yılında Paris’te dünyaya gelir. Aile, Polanski 3 yaşındayken Polonya’nın Krakova şehrine taşınır. Nazi işgali sırasında anne ve babası tutuklanan Polanski, babasının son anda ayarladığı ilişkiler sayesinde kamplara alınmaktan kurtulur. Annesi, Nazi Faşizmi’nin en büyük İnsan Yakma Fırını Auschwitz’te ölür. Hayatta kalmayı başaran baba ise savaştan sonra gelip oğlunu, Polanski’yi, bulur. Polanski sinema eğitimi aldıktan sonra çeşitli filmlere yönetmenlik yapar ve 1968 yılında Hollywood’a ayak basar. Hollywood’da çektiği ilk film, ki bence Piyanist’ten çok daha çaplıdır, Rosemary’nin Bebeği’dir. Muhteşem bir giriş sahnesine sahip olan film, kapalı mekan çekimlerin belki de en başarılı örneğidir…
Polanski’nin işlediği suç işte ABD’de yaşadığı bu dönemde gerçekleşir. Jack Nicholsons’ın evine moda fotoğrafları çektirmek için gelen 13 yaşındaki bir kız çocuğu Polanski tarafından ilişkiye zorlanır ve gerisi bildiğimiz hikayeye evrilir.
Devletler Hukuku
ABD’den ayrılan Polanski her ne kadar Polonya’ya yerleşse de bütün Avrupa’yı büyük bir rahatlıkla ve bu arada Fransa’yı da bir vatandaşı olarak sorunsuz gezebilme olanağına sahip olur. İsviçre ise bu ülkelerin içinde en çok uğradığı ve zaman geçirdiği ülkedir. Yukarı Bern bölgesinin Saanenland kasabasında tatil evi bulunan Polanski, İsviçre gazetelerinin yazdığına göre, yaklaşık 40 küsur yıldır özellikle kış tatillerini burada geçirir. Bu geliş gidişlerin son 32 yılında ABD tarafından arandığı, ülkelerce bilinmesine rağmen herhangi bir sorun yaşanmaz ve Polanski büyük bir güvenle Avrupa’yı dolaşmaya devam eder. Soru şu: Polanski neden şimdi gözaltına alındı? Ve bir başka soru da, daha çok muamma demek gerek, Polanski’nin gözaltına alınması doğru mudur? (İkinci soru daha ziyade zamandan ve suçtan bağımsız soruluyor.)
Polanski’nin gözaltına alınması doğrudur. Polanski’nin 13 yaşında bir kızı zorla alıkoyması zamandan bağımsız bir suçtur ve bu suçun ABD’de olduğu gibi zaman aşımından muaf tutulması ise ayrı bir doğrudur. Polanski’nin tutuklanmasına karşı çıkanların argümanlarını bilememekle birlikte, sahi nedir ki o argüman, bunun adalet ile hakkaniyet arasına sıkışma olduğunu biliyorum. Hiçbir devlet Polanski’yi cezalandıracak kadar temiz, hiçbir Polanski bu cezadan muaf tutulacak kadar peygamber değildir. İşte bence çıkmaz burada. Yılmaz Güney’e insan öldürdü diye sığınma hakkı vermeyen bir ülke, yine bir sinema yönetmeninin işlediği adi suçu görmezden gelerek ona tatil evi açıyor ve yıllar sonra da onu tutuklayıp içeri atıyorsa burada adalet ve hakkaniyet tartışılmaz. Burada tartışılması gereken şey Polanski’nin bir uluslararası politik enstrüman olarak niye ve neden şimdi kullanıldığıdır. Bu da bizi İsviçre-ABD ilişkilerine götürür. Gidelim…
UBS’teki Gizli Hesaplar
UBS’in ABD’de vergi kaçırma operasyonlarına dahil olduğu, gizli hesaplar sayesinde ülkeden milyarlarca dolar çıkardığı ve bütün bu olanlardan sonra “Banka Gizliliği” diyerek vergi kaçıranlara “yardım ve yataklık” yapmaya devam ettiği, ABD ile İsviçre arasında son bir yılda vuku bulan ilişkilere damgasını vurdu. ABD’deki UBS’in kapatılmanın eşiğine geldiği bu süreçte bürokrasinin en alt kademesinden siyasetin en üst kademesine kadar karşılıklı görüşmeler/pazarlıklar gerçekleştirildi ve nihayetinde kamuoyuna pek bir açıklama yapılmadan, bir kaç küçük kelle alınarak mesele kapatılmış göründü. Yapılan pazarlıklardan birinin Polanski olduğu ve bu yüzden gözaltının bu dönemde gerçekleştiği iddiası İsviçre gazetelerinde sadece bir gün mürekkep görebildi. Bu iddia benim takip edebildiğim yazılı ve elektronik basında bir daha dillendirilmedi.
Polanski, ABD açısından 32 yıllık bir uğraştan sonra ele geçirilmiş yararlı bir ünlü, güçsüz bir elit ve risksiz bir yatırımdır. ABD, bir çocuğu korumak uğruna verdiği bunca yıllık emeğin ürününü ve insanlarını koruyan sonsuz şefkatini bu vesileyle dünyaya göstermiş oluyordu. Yalan mı? Değil ama eksik. Hakeza İsviçre açısından UBS’teki gizli hesaplar Polonski’nin sanatından çok daha rasyonel ve operasyonel güç ihtiva ediyorlar. Bu durum her iki devletin de bir el yıkama işlevi olarak ele alınsa çok mu yanlış olur? Tutuklanma özellikle ABD açısından kendisine duyulan bütün nefretin ve antipatinin bir zamanlığına nötrize edilmesi olamaz mı? Yoksa biliyoruz ki devletlerin insan hayatını koruma ve kollama iddiaları, tanrıların insanları koruduğu iddiasından daha gerçekçi değildir. Her ikisi de iktidar olmakla maluldür ve insan, öncelikleri değildir.
Sanat dünyasının yekpare olmasa da büyük bir çoğunlukla “Polanski’ye Özgürlük” diye slogan atması işte bu devletlere duyulan güvensizliğin bir başka türlü dışavurumudur. Tek tek sorulsa kimsenin böylesi bir suçun cezasız geçiştirilmesi gerektiğini söyleyeceğini sanmıyorum. Çünkü bu, ortalama bir insan tepkisidir ve henüz bunu da sorgulayacak kadar kirletilmediğimizi düşünüyorum. “İlk kez tam olarak yerini tespit edebildik.” “ABD ile yapılan görüşmelerde Polanski’nin adı hiç geçmedi” diyen bir adalet bakanını dinleyen insanların gözaltına tepki duyması çok da şaşırılacak bir durum değil ama bu, tepkini başka bir şeyi zedelediğini görmemek de ayrı bir durumdur. Polanski’nin yaratıcılığı, sanatçılığı ve kariyeri ne olursa olsun, işlediğinden sorumlu tutulması doğru ve ileriye dönük sağlam olandır. Yoksa açılan gedikten kimleri ve ne sıfatla geçeceği bugünden tahmin bile edilemez…
Hannibal Kaddafi
Aslında İsviçre, adalet çıkmazını Temmuz 2008’den beri yaşıyor. Polanski ve Yılmaz Güney özelinde ustura keskinliğinde işleyen sistem, Hannibal Kaddafi davasında bir kör bıçağa döndü. Ve bu kör bıçak dönüp İsviçre halkının vicdanını yaraladı. Milliyetçi bir histerikle hareket edenler bir tarafa bırakılırsa ortada duranın bir halk adına onur kırıcı olduğunu görmemek körlük olur. Misilleme olarak tutuklanan iki İsviçreli işveren ise henüz bütün girişimlere rağmen İsviçre’ye getirilebilmiş değil. Kaddafi’nin, petrol ve enerji tehdidini görmezden gelemeyen İsviçre hükümeti, maliye bakanı nezdinde Tripolis’te her ne kadar özür dilediyse de bu, Kaddafi’nin öfkesini dindirmeye yetmedi. Ayrıca son gelişme olarak basına yansıyan Hannibal Kaddafi’nin gözaltına alınış ve poliste çekilmiş fotoğrafları ise krize yeni bir boyut katmış bulunuyor.
Soru şu: Hannibal Kaddafi iki hizmetlisine şiddet uyguladı mı? Yanıt: Evet. Bu şiddet İsviçre topraklarında uygulanmadı mı? Ve bu İsviçre yasalarınca suç teşkil etmiyor mu? Peki o zaman bu özürlerin anlamı ne? Polanski örneğinde adil, Yılmaz Güney örneğinde ilkeli olan İsviçre nasıl oluyor da Hannibal örneğinde bu kadar salya sümük olabiliyor? Hannibal’ın kişi olarak diğer ikisinin terazisinde dara dahi olamayacak kadar ağırlığı varken bu özürler neye?
İşte bu, 21. asırda devletler hukukunun, kendi altyapısını oluşturan kar sistemine teslim oluşunun hali pür melalidir. Nicht?
Hasan Sever
Zürih, 03.10.2009