Sevgili Amcam,
Bu sene bir kaç gün geciktim.
Elimde iki yıldır emek verdiğim bir uzun hikaye vardı. Ha bu gün ha yarın derken dün gece = bu gün sabaha doğru “xalas” oldu.
Sevgili Amcam,
Bu sene bir kaç gün geciktim.
Elimde iki yıldır emek verdiğim bir uzun hikaye vardı. Ha bu gün ha yarın derken dün gece = bu gün sabaha doğru “xalas” oldu.
Sevgili Amcam, kaç gün oldu ki düşünüp duruyorum; daha doğrusu hayıflanıyorum. Kendi kendime, neden o hikayeyi kayıt altına almadım ki deyip, yine kendime kızıyorum.
Ankara Atatürk Lisesinin yatılı bölümü Cihan Sokak boyunca uzanan binalardan müteşekkildi. Yatakhanelerin pencereleri Lale Sokak’tan girilen ve bizim zamanımızda müdür lojmanına da ev sahipliği yapan arka avluya bakardı. Avluda koca koca kestane ağaçları vardı. Biz yatılı talebeler baharın geldiğini, yaz tatilinin yaklaştığını o ağaçların tomurcuklarından anlardık.
“Esnafın züğürdü, eski defterleri karıştırırmış” Türkiye’de dizi sektörü çoktandır bu işi yapıyor. Üstelik bu defterler hem eski hem de “eski” yazıyla yazılmış…
“Alle Schweizer sind vor dem Gesetze gleich.”( BV Art. 4, Abs. 1) – Tüm İsviçre vatandaşları yasalar önünde eşittir.
Yasalar, tek başına toplumların sorunlarına ilaç olabilselerdi, toplumsal dinamiklerin çoğu ortaya çıkmazdı. Toplumsal dinamikler, tek başına bütün sorunlara ilaç olabilselerdi, yasal güvence şemsiyesi oluşmazdı. Buradan bakınca ikisinin ortaklığı en verimli çözüm olarak gözüküyor. İsviçre Anayasası, 1981 yılına kadar, en azından kadın-erkek düzleminde, yalnızca kağıt üzerinde bir eşitlikten bahsediyordu. Bu eşitlik erkekten yana ağır tartan bir terazinin fotoğrafından başka hiç bir şeydi. Kadın, hem sosyal hem siyasal hem de ekonomik alanda erkeğin insafına bırakılmıştı. Bu durum, ne yazık ki, çeşitli biçimlerde günümüzde de devam ediyor
“Biz bu şehri nasıl bu hale getirmişiz, nasıl zarar vermişiz?”
Bu sözler, 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fetheden Genç Mehmet’e ait. Fatih’in üzüntüsü bu kadarla da sınırlı değil; tarihçiler, yakılan, yıkılan, yağmalanan ve sokaksız kalan şehrin cesetlerle dolduğunu gören padişahın gözyaşı döktüğünü de not ederler.
6 Şubat 2023 Pazartesi saat 13.24’te meydana gelen Elbistan Depreminde yitirdiğimiz tüm canlarımızın aziz hatırasına.
Bir şeyi görmek istemiyorsan gözlerini kapatırsın. Peki ya o şey bir film karesi gibi zihin ekranında takılı kalmışsa?
Sinema dünyasının derinlikli yönetmenlerinden Roman Polanski, 5. Zürih Film Festivali kapsamında davet edildiği Zürih’te, 26 Eylül 2009 tarihinde Zürih Havaalanında gözaltına alıntı ve bu yazı klavyeye alındığında hala gözaltında bulunuyordu. Polanski 1977 yılında ABD’de işlediği bir suçtan ötürü 32 yıldır ABD polisi tarafından aranıyordu. 13 yaşındaki bir kız çocuğuyla yaşadığı cinsel ilişki sonrasında yakalanan ve daha sonra kefaletle serbest bırakılan Polanski, ABD’de alacağı hapis cezasını tahmin ederek oradan kaçmış ve ülkesi Polonya’ya yerleşmişti. Sinemayla ilgilenenlerin bildiği bu hikaye, şu günlerde bütün dünyaca bilinir hale geldiyse bunda tuhaf İsviçre Gözaltısı’nın büyük bir payı var. Bu babımız Polanski gözaltsına direnen, Yılmaz’ı kabul etmeyen ama Kaddafi’nin “Hannibal”ına teslim olan İsviçre, ve dolayısıyla, dünya adalet sistemine dairdir.
Stalin’in Lenin için bu tür bir “dünya” yarattığı söylenir; bilemiyorum. Bunu, iktidar denklemi içinde çok da “tuhaf” bulmuyorum fakat Truman Show için bir kaç cümlem var.
Bugünlerde, Türkiye’deki futbol piyasasında beynimi dumura uğratan bir mevzu dönüp duruyor. Eğer yanlış anlamamışsam şimdiki futbol federasyonu başkanı “Futbolda demokrasi yoktur” benzeri bir laf etmiş. Lafın kendisine bir lafım yok zira ben demokrasiden hiç anlamam. Hani atraksiyon olsun diye yazmıyorum, gerçekten, demokrasi denen şeyin tanımını bir türlü kafamda oturtamadım. Chomsky’nin “Eşitlik olmadan demokrasi olmaz” sözünü her gördüğümde, “iyi, demek ki henüz demokrasiye kafa yormama gerek yok” diyorum zira etrafta eşitlik meşitlik göremiyorum.