Umberto Eco, klasikler için “Enerji kaynaklarımızdır” minvalinde bir belirlemede bulunmuş. Eco’nun söylediğinden habersiz, ilk romanım “Birazcık Halil”in sonlarına doğru, iç havuzumun boşaldığını hissetmiş ve Anna Karanina’ya yüz sürmüştüm. Evet işe yaramıştı. Fakat o kadar fazla işe yaramıştı ki “Birazcık Halil”i bitirme aşamasında yeni bir çalışmanın ortaya çıkmasına vesile olmuştu.

“Tanışalım. Arkadaşım, Berrak Ses. Ben, Mavi Gerdan. Gerçek isimlerimiz değil bunlar. Siz insanlar anlayabilesiniz diye bu isimleri seçtik. Üç senedir takip ediyoruz, tanıyoruz seni; fakat şaşırttın bizi, ‘İlk, geçen hafta tesadüf ettik.’ diye yazdın.”
“Üç senedir takip mi ediyorsunuz?”

Livaneli’nin “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” romanını okudunuz mu?

İyi;

İbrahim Tatlıses ÖRF 1 (Avusturya Devlet Televizyonu) televizyonuna konuk olduktan sonraki “İbo Show”da “geçenlerde Avusturya TRT’sine çıktım” demiş. İbo’nun çaresizliğini ve belki de pratikliğini bir kereliğine ödünç alıp “geçenlerde Avusturya TGV’sine bindim” diye yazayım.

6 Şubat 2023 Pazartesi saat 13.24’te meydana gelen Elbistan Depremi’nde yitirdiğimiz gencecik öğretmenimiz Sevim Çolak’ın aziz hatırasına; depremde kaybettiğimiz tüm canlarımıza…

“ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan’da duymuştum*”

“Seyir var seyir içinde

İsimlendirme insanlığın en büyük soyutlamalarından biridir.  Ve her büyük soyutlamanın arkasında büyük bir somut bulunuyor. Zaten bilim de bu büyük soyutlamanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor… Einstein’ın enerjiyi, kütle ile ışık hızının karesinin çarpımına eşitleyen o sade, görünüş itibarıyla basit formulasyonu da en nihayetinde bir adlandırma oluyor… 

Bu Babımız sol adlandırılma ile sol yaşama(ma) üzerinedir…

Özgürlük esaretle aynı madalyonu mu paylaşır? Havaya atılan bir para, özgür gelmezse esaret mi gelmiş olur? Her iki soruya da net bir yanıtım yok. Yalnız, bildiğim bir şey var; bu işin, yani özgürlük-esaret seçiminin, kumarı olmaz. “Ballı” zenginlik olur, “deliksiz” üç sayı atılır ama “haybeden” özgürlük olmaz; en azından şimdiye kadar olmadı.

Her gün kendi ellerimizle alıp götürüyoruz. Ofislerin, üretim atölyelerinin, inşaat sahalarının insan sıcaklığından uzak köşelerine, henüz açılmamış göz ve zihinlerimizle bırakıveriyoruz. Kah klavyeye değen parmak uçlarımızdan, kah metali kavrayan avuç içimizden, kah cümle olup dil ucundan sonsuz bir deryaya akıyoruz. Hayatımızı kazanmak için hayatımızı tüketiyor olmamız ne kadar da ironik.

-//-

“Ördek gelir su başını göl eder”

       Afyon Türküsü

Bu yazı, bir sene boyunca beynimin yazı ambarında bekletilmiş ve herhangi bir yazım kaidesine bağlı kalınmadan klavyeye aktarılmış bir monologdur. Ve bu yazı aynı zamanda, Türkiye’den yayın yapan NTV adlı televizyon kanalının “Yeşil Ekran” programının beynimde yarattığı düşünsel dalgalanmaların ve bu dalgaları absorbe etme çabalarım sırasında yaptığım iç konuşmalarımın bir özetidir. Paragraflar arası bağlantıların bir kısmının paragrafların oluşum anında vücuda geldiğini ve sonrasında kelimelerin içinde eridiğini  düşünüyorum, dolayısıyla, yazıda, bütün bağlantıların mevcut olduğunu iddia edemeyeceğim…