“Tanışalım. Arkadaşım, Berrak Ses. Ben, Mavi Gerdan. Gerçek isimlerimiz değil bunlar. Siz insanlar anlayabilesiniz diye bu isimleri seçtik. Üç senedir takip ediyoruz, tanıyoruz seni; fakat şaşırttın bizi, ‘İlk, geçen hafta tesadüf ettik.’ diye yazdın.”
“Üç senedir takip mi ediyorsunuz?”

Jean Giono’nun “Ağaç Diken Adam” hikayesini yeni okudum. Neredeyse yüz yıl arayla ve “doğu” “batı” farkıyla benzer bir karakteri yazmışız.  Hikayeyi geç okumuş olmayı okur noksanlığıma ve  yazar talihime yorup, bu yazıya vesile olan hikayeye geçiyorum.

İnşaat vinçleri
Şehrin T Cetvelleri

Baharın, tepemize yağmur olup yağan sümüklü burnu gözüktü. 

Güneş Zürichberg’in arkasından, Üetliberg’i ışıttığında gölün başucunda, şehrin içine doğru martılar kanatlanır. Martılar kanatlarında güneşle binaların arasına dalarken, mısır taneleri gibi şehre patlayan sabahçı insanlar, dünyayı yeniden yüklenmek için istasyonlara doluşurlar.

Bir orta Avrupa kentinin tren garını biliyorsanız, o kentin yabancısı değilsinizdir. Kaybolmazsınız. Şehrin neresinde olursanız olun, yolunuz Roma’ya bağlanmadan önce o kentin tren garına bağlanır. Gerisi size kalmış, ya aforozu göze alır dünya yuvarlaktır dersiniz ya da Aziz Petrus meydanına bir bilet alırsınız; fakat, her iki durumda da konforunuz garantidedir. 

Türkiye son 20 yılda en büyük sermayesini toprağa gömdü ve devasa binalar dikti. Peki yapılanlar ne kadar doğru? Yapılan binaların doğa ve çevreye etkileri neler? Bu soruları ODTÜ Ekonomi Topluluğu’nun kurucularından Yazar Hasan Sever’e sorduk. Sever; “Siz kentle öyle kafanıza göre oynayamazsınız. Kolektif hafızalardır kentler ve mukimleri gibi edebiyatçılar için de bu çok mühimdir.” diyor

“Amorti de yok mu?”

Onun sinemasını yapmak, sinemasının ulaştığı prestiji yakalamak, karizmasında bir hayat sürmek, vicdan ölçülerinde kabul görmek fakat bütün bunların gerektirdiği eziyeti çekmek istemiyorlar. Yazının özeti budur. Günümüzün hızlı hayatı, büyük tahlilleri, uzun cümleleri katlanılmaz kıldığından, işbu özet girizgaha alınmıştır.

Hayatın süsü yok; ona dekoru biz veriyoruz. Hayatın kafiyesi, bizim tasarladığımız manada ölçüsü ve yine kulaklarımızın alıştığı basitlikte bir melodisi yok. Çok daha karmaşık ve belki de çok daha büyük bir düzenlilikten kendimize prototipler çıkarıyoruz. Şehirlerin sokaklarında arzı endam eden heykeller, anıtlar ve çeşmeler de bu prototiplerin birer örneği olsa gerek.

“Zekanın fazlası şeytan çağırır” diye yazdığımı hatırlıyorum. Öyle uzun boylu bir düşüncenin arifesinde edilmiş bir laf değildi benimki. Biraz içgüdüsel biraz da zekadan duyduğum korkunun ürünüydü bu söz ve pek tabiidir ki sözümün arkasındayım. Zeka, sanatsal estetikten uzak olduğu zaman, gerçekten ürkütücüdür zira zeka, madde alemine aittir ve şeytan dünyaya dairdir. Ama sanatsal üretimin törpüsünden geçen zeka ki en billur hali Can Yücel’de mevcuttur; muhteşem lezzettedir. İsteseniz bir düşünün: Yücel’in şiirlerinin son dizeleri tahmin ötesi ve şiir zekasındadır…