ODTÜ Ekonomi Topluluğunun başkanlığına seçildiğim 1993 yılında, topluluğu tanıtmak ve biraz da yapılacak işlere dair öneri ve tavsiyeler almak üzere sık sık hocaların katına çıkardım. O ziyaretlerin birinde güzel Hocam Fikret Şenses ile uzunca sayılacak bir sohbetim olmuştu. Bu hatıram hep canlıdır zihnimde. Yine hatıramda tazeliğini koruyan bir görüntü de bölümün genç ve “havalı” hocalarından Eyüp Özveren Hoca ile ayaküstü görüşmem olmuştu. Tam olarak ne konuştuk hatırlamıyorum ama hafızam beni yanıltmıyorsa “Tepeden değil tabandan örgütlenin” minvalinde bir şeyler söylemişti. Bu benim gibi keskin bir “Leninist“e edilecek söz değildi ama sesimi çıkarmamıştım. 😉

Ankara Atatürk Lisesinin yatılı bölümü Cihan Sokak boyunca uzanan binalardan müteşekkildi. Yatakhanelerin pencereleri Lale Sokak’tan girilen ve bizim zamanımızda müdür lojmanına da ev sahipliği yapan arka avluya bakardı. Avluda koca koca kestane ağaçları vardı. Biz yatılı talebeler baharın geldiğini, yaz tatilinin yaklaştığını o ağaçların tomurcuklarından anlardık.

“Arkadaşlar, bir Rizeli Ankara’dan ayrılırsa ne olur?” 

Türkiye son 20 yılda en büyük sermayesini toprağa gömdü ve devasa binalar dikti. Peki yapılanlar ne kadar doğru? Yapılan binaların doğa ve çevreye etkileri neler? Bu soruları ODTÜ Ekonomi Topluluğu’nun kurucularından Yazar Hasan Sever’e sorduk. Sever; “Siz kentle öyle kafanıza göre oynayamazsınız. Kolektif hafızalardır kentler ve mukimleri gibi edebiyatçılar için de bu çok mühimdir.” diyor

Edebiyat okurlarının Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Birazcık Halil” ve “Su Duydum” romanlarıyla tanıdığı Yazar Hasan Sever ile yaşamını, Ankara’yı, Zürih’i, göçmenliği, edebiyatı, yazmayı, kitaplarını ve satır aralarında saklı pek çok meseleyi, mesela özlemi ve direnmeyi konuştuk.

Her iki gölü de yaşamışlığım var. Henüz lise talebesiyken kıyısına misafir olduğum Mogan Gölü, sazlık ve bataklıktan kenarına yaklaşılmaz haldeydi. Mogan Gölü’nün üstüne kurulmuş Ankara-Gölbaşı’nın pazarı kurulduğu gün, o pazarda kendimden geçerek dolaşır; incir, pekmez, pestil, peynir, zeytin tezgahlarını gezer; en çok da incirlerin büyüklüğü karşısında şaşardım. İşte o pazarın en değişmez ürünlerinden biri de balıktı. Mogan Gölü’nün Aynalı Sazan’ı, tablaya maşallah yazdırır ama sofrada lezzetsizdi; mil kokardı.

Vefa’ya

Onu ODTÜ 1. Yurt 3. kat dip merdiven başında elinde çay bardağıyla hatırlıyorum. Vefa’ya dair zihnimdeki ilk görüntü budur. Hararetli bir edebiyat tartışmasının içindeydi. O zamanlar (da) zaman zaman alevlenen bir konuydu: Enver Gökçe mi Ahmed Arif mi? Hangisi daha büyük şairdi?

ODTÜ 1. Yurt 508 numaralı odamıza Antakya’dan paket geldiği gün ziyafet var demekti.

Bir şeyler oldu; hava duruldu, bulutlar uzak köşelere çekildi. Cızırtıyla çeken radyomuz tek sesli, tek nefesli birinin eline geçti. Babam, bu birini çok sevmişti. Pil bitecek diye türkülerden kısan kişi, bu adamın her programını hem de köşe bucak dinler oldu. Sanki piller bedavaya gelmişti. Sadece babam değil, bütün büyükler cümbür cemaat bu adamı dinliyordu.

Wallahi ODTÜ’yü bize altın tepside sunmadılar. Anadolu’nun ortası malum, o malumun ortası Ankara ve Ankara hepimize malum: Başta Cemal Süreya olmak üzere çoğumuzun hatta hepimizin “en iyi kalpli üvey anası (1)” o. Üvey anamız, “Moskof”u reddedip, Atlantik ötesine mendil sallayınca, Amaraikalılar “yerinde” insan üretmek için memlekete hücum ettiler. İki şeyleri çok meşhur oldu: Ford kamyon ve ODTÜ.