“Baba sen görmüyorsun, tamam?”
“Ama kızım nasıl görmeyeyim! Aynı koltukta, yan yana oturuyoruz.”
“Baba, aramızda bir şey varmış, sen görmüyormuşsun, tamam? Ben hemen çizerim resmi.”
söküm yazıları
Öğle araları mümkün mertebe yürümeye gayret ediyorum. Kimdi ve nerede okumuştum hatırlamıyorum ama sanırım Nobel ödüllü Avusturyalı bir bilim insanı söylemişti:
Toprağı düzleştirir bir çubuk dikerdik. Çubuğun gölgesinden saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalışırdık. Tutturur muyduk, hatırlamıyorum.
Doksan Kuşu* doksanıncı taşı bulup yuvasının önüne getirdiği gün bahar gelirmiş.
Günlerden Pazartesi olmalıydı, yani “Duşem”.
Çünkü o zamanlar, hayat memat meselesi yoksa, köyden Elbistan’a inmek sadece Pazartesi günleri mümkün oluyordu. Yani biz çocuklar için “Bajar” demek “Duşem” demekti.
“Sizin köyde cami mi var?” diye sormuştum yatılı arkadaşıma. Oruç ayıydı ve yatakhanede, yatmadan önce sohbet ediyorduk. Sessizlik oldu. Sessizliği gruptan bir arkadaşın, en az benim soru cümlem kadar şaşkınlık taşıyan sorusu bozdu:“Sizin köyde cami yok mu?”
İlkokul öğretmenimiz, elinde iple girmişti sınıfa. Biraz sinirliydi sanki; öyle hatırlıyorum.