“Seyir var seyir içinde

İsimlendirme insanlığın en büyük soyutlamalarından biridir.  Ve her büyük soyutlamanın arkasında büyük bir somut bulunuyor. Zaten bilim de bu büyük soyutlamanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor… Einstein’ın enerjiyi, kütle ile ışık hızının karesinin çarpımına eşitleyen o sade, görünüş itibarıyla basit formulasyonu da en nihayetinde bir adlandırma oluyor… 

Bu Babımız sol adlandırılma ile sol yaşama(ma) üzerinedir…

Her gün kendi ellerimizle alıp götürüyoruz. Ofislerin, üretim atölyelerinin, inşaat sahalarının insan sıcaklığından uzak köşelerine, henüz açılmamış göz ve zihinlerimizle bırakıveriyoruz. Kah klavyeye değen parmak uçlarımızdan, kah metali kavrayan avuç içimizden, kah cümle olup dil ucundan sonsuz bir deryaya akıyoruz. Hayatımızı kazanmak için hayatımızı tüketiyor olmamız ne kadar da ironik.

“Ördek gelir su başını göl eder”

       Afyon Türküsü

Bu yazı, bir sene boyunca beynimin yazı ambarında bekletilmiş ve herhangi bir yazım kaidesine bağlı kalınmadan klavyeye aktarılmış bir monologdur. Ve bu yazı aynı zamanda, Türkiye’den yayın yapan NTV adlı televizyon kanalının “Yeşil Ekran” programının beynimde yarattığı düşünsel dalgalanmaların ve bu dalgaları absorbe etme çabalarım sırasında yaptığım iç konuşmalarımın bir özetidir. Paragraflar arası bağlantıların bir kısmının paragrafların oluşum anında vücuda geldiğini ve sonrasında kelimelerin içinde eridiğini  düşünüyorum, dolayısıyla, yazıda, bütün bağlantıların mevcut olduğunu iddia edemeyeceğim…

Kaynağını unuttum ve tüm çabalarıma rağmen (henüz) bulamadım. Bir kapitalistin kar karşısında nasıl davranacağını belirten bir tespitti ve şöyle sonlanıyordu “… Bir kapitalist, yüzde üç yüz kar gördüğü yerde, ipe gideceğini de bilse yatırım yapar.” ABD’nin Irak’a girmesiyle meydana gelen ve hala devam eden kaos ortamına rağmen firmaların ihale kapmak için verdikleri canhıraş çaba, hakeza Afganistan’da meydana gelen kaçırma eylemlerine rağmen orada iş yapma dürtüsü ve nihayetinde Aden Körfezi’ndeki “güvenlik” zafiyetine rağmen devam eden mal sevkıyatı bu tespitin güncel örnekleri olarak karşımızda duruyor.. Bütün bunlar bir kez daha gösteriyor ki asl’olan  insan yaşamı değil yatırım karlılığıdır.

“Ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım” 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Günlük tartışmalarımın kapitalizmle ilgili olanları sonrasında hep şu duyguya kapılırım: “Yine havanda su dövdüm” Gerçekten de, bu tartışmaların sonrasında, üstüme başıma sinmiş bir aptallıkla kirlenmiş bulurum kendimi. Bütün enerjimin vücudumdan boşaldığı, özellikle kollarımın tonlarca ağırlıkta olduğu hissine kapılırım. Yaprak kıpırdamaz içimde.  Tartışmanın içindeyken göremediğim ve dillendiremediğim yüzlerce argüman üşüşür kafama ve ben hep, söylediklerimin çok çok yetersiz kaldığı duygusuyla baş başa kalırım. Aynı duyguyu başka hiçbir tartışma sonrasında yaşadığımı hatırlamıyorum (İnanan biriyle tanrının varlık-yokluğunu tartışmamayı ortaokul yıllarımdan beri ilke edinmişliğim bir tarafa tabii)

Üvey anne ve üvey kız kardeşlerin zulmünü görürüz de, sınıfsal konumundan rahatsız olan ve herkes gibi saraya adreslenmek isteyen kızın “ihanet”ini görmeyiz. “Bir masal böyle mi yorumlanır” diyebileceklere açıklamamdır; “çubuğu tersine büküyorum”. Eski bir Çin masalından Binbir Gece taifesine, oradan da Avrupa’ya cümle atan masal, bize, yine Avrupa üzerinden “Sindirella” olarak gelir. Yani Avrupalı, bizim olanı bize bir kez daha satmıştır.

Yazmak kelimelerden anlam türetmekse, sinema da nesnelerden görüntü yaratmak olsa gerek. Muharrir, aynı kelimelerden kaç anlam çıkarabilir bilemez ama, O’nun, bir nesneden sonsuz görüntü yaratmaya yakın durduğunu rahatlıkla yazabilir.