ODTÜ Ekonomi Topluluğunun başkanlığına seçildiğim 1993 yılında, topluluğu tanıtmak ve biraz da yapılacak işlere dair öneri ve tavsiyeler almak üzere sık sık hocaların katına çıkardım. O ziyaretlerin birinde güzel Hocam Fikret Şenses ile uzunca sayılacak bir sohbetim olmuştu. Bu hatıram hep canlıdır zihnimde. Yine hatıramda tazeliğini koruyan bir görüntü de bölümün genç ve “havalı” hocalarından Eyüp Özveren Hoca ile ayaküstü görüşmem olmuştu. Tam olarak ne konuştuk hatırlamıyorum ama hafızam beni yanıltmıyorsa “Tepeden değil tabandan örgütlenin” minvalinde bir şeyler söylemişti. Bu benim gibi keskin bir “Leninist“e edilecek söz değildi ama sesimi çıkarmamıştım. 😉

Umberto Eco, klasikler için “Enerji kaynaklarımızdır” minvalinde bir belirlemede bulunmuş. Eco’nun söylediğinden habersiz, ilk romanım “Birazcık Halil”in sonlarına doğru, iç havuzumun boşaldığını hissetmiş ve Anna Karanina’ya yüz sürmüştüm. Evet işe yaramıştı. Fakat o kadar fazla işe yaramıştı ki “Birazcık Halil”i bitirme aşamasında yeni bir çalışmanın ortaya çıkmasına vesile olmuştu.

Gitti memleketi aldı ve yazıldığı masaya getirdi.


2013 yılıydı. İlk romanım “Biracık Halil”in son cümlesini kurmuş, düzeltmelere geçmiştim. Günün uğursuz bir saatinde “Reyhanlı’da büyük patlama” haberleri geçmeye başladı.

Sevgili Amcam,

Bu sene bir kaç gün geciktim.


Elimde iki yıldır emek verdiğim bir uzun hikaye vardı. Ha bu gün ha yarın derken dün gece = bu gün sabaha doğru “xalas” oldu. 

Sevgili Amcam, kaç gün oldu ki düşünüp duruyorum; daha doğrusu hayıflanıyorum. Kendi kendime, neden o hikayeyi kayıt altına almadım ki deyip, yine kendime kızıyorum.

Ankara Atatürk Lisesinin yatılı bölümü Cihan Sokak boyunca uzanan binalardan müteşekkildi. Yatakhanelerin pencereleri Lale Sokak’tan girilen ve bizim zamanımızda müdür lojmanına da ev sahipliği yapan arka avluya bakardı. Avluda koca koca kestane ağaçları vardı. Biz yatılı talebeler baharın geldiğini, yaz tatilinin yaklaştığını o ağaçların tomurcuklarından anlardık.

“Esnafın züğürdü, eski defterleri karıştırırmış” Türkiye’de dizi sektörü çoktandır bu işi yapıyor. Üstelik bu defterler hem eski hem de “eski” yazıyla yazılmış…

“Alle Schweizer sind vor dem Gesetze gleich.”( BV Art. 4, Abs. 1) – Tüm İsviçre vatandaşları yasalar önünde eşittir.

Yasalar, tek başına toplumların sorunlarına ilaç olabilselerdi, toplumsal dinamiklerin çoğu ortaya çıkmazdı. Toplumsal dinamikler, tek başına bütün sorunlara ilaç olabilselerdi, yasal güvence şemsiyesi oluşmazdı. Buradan bakınca ikisinin ortaklığı en verimli çözüm olarak gözüküyor. İsviçre Anayasası, 1981 yılına kadar, en azından kadın-erkek düzleminde, yalnızca kağıt üzerinde bir eşitlikten bahsediyordu. Bu eşitlik erkekten yana ağır tartan bir terazinin fotoğrafından başka hiç bir şeydi. Kadın, hem sosyal hem siyasal hem de ekonomik alanda erkeğin insafına bırakılmıştı. Bu durum, ne yazık ki, çeşitli biçimlerde günümüzde de devam ediyor

“Biz bu şehri nasıl bu hale getirmişiz, nasıl zarar vermişiz?”

Bu sözler, 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fetheden Genç Mehmet’e ait. Fatih’in üzüntüsü bu kadarla da sınırlı değil; tarihçiler, yakılan, yıkılan, yağmalanan ve sokaksız kalan şehrin cesetlerle dolduğunu gören padişahın gözyaşı döktüğünü de not ederler.