Sevgili Amcam, kaç gün oldu ki düşünüp duruyorum; daha doğrusu hayıflanıyorum. Kendi kendime, neden o hikayeyi kayıt altına almadım ki deyip, yine kendime kızıyorum.
Masamda malum içki; en halisinden. Doğu getirdi, hem de İskoçya’dan. Yine de, Doktor’un evinden alenen aşırdığım viskilerin tadı yok. Hatırladın değil mi 🙂 Bir kapağı sana, bir kapağı bana; fakat Amcam bu sefer eğlenceli şeyler yazacağım.
Dedim ya kaç zamandır hayıflanıp duruyorum, ona devam edeyim. Kuru Kahvecilik yaptığınız zamanlardan anlatmıştın:
“Hasan, Kuru Kahve’den dönmüşüz, cebimiz para dolu. Ankara Ulus’ta koca bir otele gittik. Bizi ağırladılar. Odamıza çıktık. Oda kocaman. Banyosu da var. Banyoda koca bir leğen 🙂 (küvet). Girdim içine. Leğenin hemen yanında bir telefon. Açtım telefonu. Daha numarayı çevirmeden biri ‘buyurun’ dedi. Şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim. ‘Bana bir süt’ dedim”.
Ah benim güzel Amcam 🙂 İnsan, resepsiyondan isteye isteye süt mü ister 🙂
Amca biliyor musun, sonu sizinkine benzemeyen bir Türk Filmi var. Tarık Akan’la Fikret Hakan oynuyorlar. Fikret Hakan’ı belki hatırlamazsın ama Tarık Akan’ı hatırlarsın. Uzun boylu, yakışıklı, babayiğit biri… Hani Yılmaz Güney’in Yol filminde, mahpustan izinli çıkıp, haritanın unuttuğu Sancak’a gidiyor; Sancak dönüşünde fırtınaya yakalanıp, “eski” karısını doğanın adaletine teslim ediyordu. Hatırladın mı? İşte o yakışıklı adamla Fikret Hakan, fukaralıktan bir arkadaşlık peydahlıyorlar. Zaten filmin adı da Arkadaşım. Fikret Hakan aslında ağır hasta, böbrekler iflas etmiş, günleri sayılı. Ameliyat olması gerekiyor ama paraları yok. Bunlar da tutup sahte viski işine giriyorlar. Gazinolara oteller bu viskilerden satıyorlar. -İster misin o otellerden bir de sizin kaldığınız otel olsun- 🙂 Ama biliyorsun, “fukara geceden hırsızlığa çıkmış, erkenden ay doğmuş” misali, bir iki partiden sonra yakalanıyorlar. Neyse, mahpus, tahliye derken Fikret Hakan iyice ağırlaşıyor.
Amcam, bilirsin; çaresizlik hayal kurmaya mani değil; hatta belki de hayal en çok çaresize lazım. Fikret Hakan hep beyaz badanalı bir Akdeniz Evi hayal edip duruyor. En sonunda doktor, Tarık Akan’a Fikret Hakan’ın günlerinin sayılı olduğunu söylüyor. “Alın götürün, huzur içinde ölsün” diyor. Tabii bunu Fikret Hakan’a belli etmiyorlar. Tarık Akan düşünüyor, madem Arkadaşım ölecek o zaman onu hayaline götüreyim diyor. Beyaz badanalı Akdeniz Evi’ne gitmek için otobüse biniyorlar ve Fikret Hakan otobüste ölüyor…
Sana eğlenceli şeyler yazacağım dedim ama olmadı; daha doğrusu mesele kendiliğinden buraya geldi. Neyse ki sizin Kuru Kahvecilik işi böyle bitmemiş.
Para kazandın, para kazandırdın; cebinde tutmadın. Milleti ev bark sahibi yaptın, kendine iki metre kare yer ayırmadın. Amcam, Ankara Yüksel Tepe şimdi iyi para yapıyor. Hatırladın değil mi? Gecekonduların yerine apartmanlar dikildi. Şehirler büyüdü Amcam. Şehirler büyüdü ama, insanalar küçüldü…
Samanpazarı’nın Çıkrıkçılar Yokuşu’na tırmanan yollarında, eski AŞOT yeni AŞTİ’de, Abidinpaşa, Ankara-Gölbaşı’nda, Batıkent-Güneşkent sitesinde ayak izlerin durur mu hala?
Ah benim güzel Amcam, dönünce seni görecekmişim gibime geliyor. Sanki hala; Elbistan Malatya Caddesi’nde bir kırık dökük kebapçıda, Şerefli suyunun serinliğinde, Yalak Köprüsü’nde, Yoğunsöğüt düzünde ve gecenin kör bir saatinde keklik avına çıktığımız Setrek tarafında bir yerlerde yaşıyorsun gibime geliyor… Seni, biliyor musun, en çok dönünce öldüreceğim. Kıyar mıyım sana!
Söyle şimdi, gelim mi?
Toprağına emanet ol.
Ellerinden öpüyorum
Yeğenin Hasan Sever
Zürich, 27 Nisan 2012