“Zekanın fazlası şeytan çağırır” diye yazdığımı hatırlıyorum. Öyle uzun boylu bir düşüncenin arifesinde edilmiş bir laf değildi benimki. Biraz içgüdüsel biraz da zekadan duyduğum korkunun ürünüydü bu söz ve pek tabiidir ki sözümün arkasındayım. Zeka, sanatsal estetikten uzak olduğu zaman, gerçekten ürkütücüdür zira zeka, madde alemine aittir ve şeytan dünyaya dairdir. Ama sanatsal üretimin törpüsünden geçen zeka ki en billur hali Can Yücel’de mevcuttur; muhteşem lezzettedir. İsteseniz bir düşünün: Yücel’in şiirlerinin son dizeleri tahmin ötesi ve şiir zekasındadır…

Sanat, durmamızı, derin bir nefes almamızı, güneşin ışıdığını, ayın göğümüzde parladığını, suyun çağladığını bize hissettirir. Dünyanın telaşını sırtında taşıyan bir karıncanın ayak seslerini nasıl duyarız? Duyabilir miyiz? Durmadan toprağı eşen bir köstebeğin sandığımızın tersine sonsuz ve aydınlık dünyasını nasıl algılayabiliriz?

“17 Eylül 2021 Cuma günü “Literaturhaus Zürich” tarafından İsviçre’nin Zürih kentinde organize edilen ve konuşmacı olarak davetli olduğum “İsviçre’de Beşinci Dilde Edebiyat” adlı sempozyumda yazarlık serüvenimi ve “başka bir dilde” yazmaya dair deneyimlerimi paylaştığım sunumumun tam metni.

Ne dünya benim etrafımda ne ben dünyanın etrafında dönüyorum.

Doğululuğum yaşayan; batılılığım onu anlatan tarafımdı…

Kent yalnızlığın çoğulu, çoğulların yalnızlığıdır. Her kent kendi içinde her kentli kentin içinde yalnızdır. Ankara’nın bozkır, Zürih’in ortaçağ kokan sokakları hep tek başınadır. Çünkü kent, insanlığın yalnızlığı envanterine aldığı noktada vücut bulmuştur.

Bir çığlık yükseldi. Sanki her şey bir anlığına durdu: Rüzgar durdu, dal durdu, yaprak durdu, su durdu.

-//-

Dağ ovayla, duvar kapıyla, yol uçurumla yer değiştirmiş. İnsanlar tepe üstü yürüyor. Cümle ağaçlar gövde uzatmış, yerde yatıyor; gram gölge yok.

Evimiz kuzeye bakardı. Poyraz rüzgarını oradan bilirim. Coğrafya kitaplarının, “Poyraz, kuzey-doğudan esen bir rüzgardır” demesine bakmayın, o başına buyruktur, isterse güneyden bile eser.