Berberimi bulmuştum. Saleh’e gide gele birbirimizin cümlelerini öğrenmiş, iletişimimiz daha bir akıcılaşmıştı. Yine de benimle Kürtçe konuşurken, mümkün mertebe yavaş ve tane tane konuşuyor, anlamadığım kelimeleri Almancayla kapatıyor, ben de hem tıraş olmuş hem dil kursu yapmış oluyordum. Malum, Maraş Kürtçesi, deforme bir Kürtçedir.
zürich
Kuaför Saleh, Zürih dördüncü bölgede, Helvetia Platz’a yakın, Ankerstrasse’yle Müllerstrasse’nin kesiştiği noktada, eski yapı bir binanın giriş katında bulunuyor. Sırtı yerde büyük L şeklinde dizayn edilmiş dükkana, iki basamak çıkılarak giriliyor.
Kan ter içinde içeriye girdi.
“Çok aradın mı burayı? Gelene kadar canım çıktı.“
“Canına kastım var, bilmiyor musun?”
İnşaat vinçleri Şehrin T Cetvelleri
Baharın, tepemize yağmur olup yağan sümüklü burnu gözüktü.
Güneş Zürichberg’in arkasından, Üetliberg’i ışıttığında gölün başucunda, şehrin içine doğru martılar kanatlanır. Martılar kanatlarında güneşle binaların arasına dalarken, mısır taneleri gibi şehre patlayan sabahçı insanlar, dünyayı yeniden yüklenmek için istasyonlara doluşurlar.
Bir orta Avrupa kentinin tren garını biliyorsanız, o kentin yabancısı değilsinizdir. Kaybolmazsınız. Şehrin neresinde olursanız olun, yolunuz Roma’ya bağlanmadan önce o kentin tren garına bağlanır. Gerisi size kalmış, ya aforozu göze alır dünya yuvarlaktır dersiniz ya da Aziz Petrus meydanına bir bilet alırsınız; fakat, her iki durumda da konforunuz garantidedir.
Her gün kendi ellerimizle alıp götürüyoruz. Ofislerin, üretim atölyelerinin, inşaat sahalarının insan sıcaklığından uzak köşelerine, henüz açılmamış göz ve zihinlerimizle bırakıveriyoruz. Kah klavyeye değen parmak uçlarımızdan, kah metali kavrayan avuç içimizden, kah cümle olup dil ucundan sonsuz bir deryaya akıyoruz. Hayatımızı kazanmak için hayatımızı tüketiyor olmamız ne kadar da ironik.
Hayatın süsü yok; ona dekoru biz veriyoruz. Hayatın kafiyesi, bizim tasarladığımız manada ölçüsü ve yine kulaklarımızın alıştığı basitlikte bir melodisi yok. Çok daha karmaşık ve belki de çok daha büyük bir düzenlilikten kendimize prototipler çıkarıyoruz. Şehirlerin sokaklarında arzı endam eden heykeller, anıtlar ve çeşmeler de bu prototiplerin birer örneği olsa gerek.
Her sabah yanından geçip mesaiye gittiğim Zürih-Stauffacher’daki St. Jakob kilisesi, yaklaşık iki yıldır renove ediliyor. Duruma bakılırsa renovasyon çalışmalarının sonuna gelinmiş görünüyor. Ortaya çıkan duvar güzelliğine, her yanında geçişimde durup bakıyorum. Gerçekten büyük bir nezaket ve ustalıkla renove edildi.
Güneşli günlerde bu memleket bir başka güzel. Zaten, İsviçre güzel, bakımlı bir memleket, hani kartpostal güzelliği denir ya o cinsten; güneş de oldu mu güzelliğe taç oluyor. Fakat kurgulanmış her güzellik gibi işin ruhu biraz tatsız. Neyse, işte böyle güzel havalarda öğle arasına çıkmak istemiyorum çünkü dönüşü çok zor.
“Esnafa döner dağıttığımız güzergahta yaz boyunca inşaat vardı. Her zaman kullandığımız yolu, o yaz mahalle arasında, evlerin önünden zigzaglar çizerek geçebiliyorduk. Güneşli bir İsviçre sonbaharıydı.