İnşaat vinçleri Şehrin T Cetvelleri
Baharın, tepemize yağmur olup yağan sümüklü burnu gözüktü.
Güneş Zürichberg’in arkasından, Üetliberg’i ışıttığında gölün başucunda, şehrin içine doğru martılar kanatlanır. Martılar kanatlarında güneşle binaların arasına dalarken, mısır taneleri gibi şehre patlayan sabahçı insanlar, dünyayı yeniden yüklenmek için istasyonlara doluşurlar.
İstasyondayız.
Turkuaz Bina’nın camları dışardan sarı, içerden beyaz ışığın kucağında. Vadinin göbeğinden, sıcak bir ekmekten yükselen buğu gibi sabah buğusu yükseliyor. Şehirlerimiz, en güzel ekmeklerimiz bizim. Ah bir de edebince paylaşabilsek, ne muhteşem sofralarımız olacak.
7.39 treninin sakinleri; kimi ayakta kimi bankta; dalgın, yorgun, yumuşak, öfkeli, sessiz tren bekliyorlar. Bekleşiyoruz. Ekmeklerimizi alıp, akşamımıza, evlerimize, dünyalarımızın en aydınlık güzelliklerine döneceğiz. Kapının arkasında henüz anahtarı çeviremeyen bir eli yüreğimizde hissedip, sıcak kanımızla kaynayacağız.
Paris treni, 4110 lokomotif numaralı TGV, uzun bir cümle gibi geçiyor önümüzden. Lokomotifin üstünde bir tasdik: “3 Nisan 2007, 547,8 kilometresaat. Dünyanın en hızlı treni. Geçmiş olsun. Artık, dünyanın en hızlı treni değil. “A be güzel hocam, bu kadar hıza ne lüzum? Geldik, yaşayalım bir vakit. Acelemiz ne?” Çok geçmeden Hamburg treni gözüküyor. Yolcularını almak için istasyona yürüyor. İnce, beyaz, ok yılanı gibi nazlı süzülüyor.
Trenimiz geliyor. Rüzgarını kucaklarımıza doldurup biniyoruz. Zürih sol yanımızda, burnumuz Oerlikon tünelinde. Giriyoruz tünele. Tüneli ışıklandıran florasan lambalar karanlığımızda uzayan ışıklarıyla peş peşe geçmeye başlıyorlar. Sanki birileri ışık fırçasıyla kara tahtamıza aydınlık düşürüyor. Tünelden çıkıyoruz: Oerlikon’a hoşgeldik. Duruyoruz. Sol tarafta o iki bina. Kaç zamandır dikkatimi çekip duruyorlar. Kıstırılmış, etrafı çevrilmiş, her an zamana düşecekmiş gibi tedirgin duruyorlar. Üzülüyorum. Şehrin küçük halleri. Ama şehir büyüyor. Büyük, küçüğü kabul etmiyor. Yıkılacaklar. Her sabah inşaat araçlarıyla çevrilip duruyorlar. Hızarın sesiyle titreyen ağaç yaprağı, greyderlerin gürültüsüyle titreyen camları üst üste bindirip, zihnimde müstakil bir ev kuruyorum. Nazım’ın, bahçesinde ebruli isteyen kadınına duyduğu öfke aklıma geliyor. Nazım’ı haksız buluyorum. Kusura bakma Üstadım, bahçesinde ebruli bir ev de ben istiyorum. Üstelik, verilecek hangi kavga varsa onu, o evde vermek kaydıyla. Anlayacağın Üstadım, kavgaysa kavga evse ev. Olmaz mı?
Korkarım o binaları yıkacaklar. Bunu binalar da biliyor. Omuz omuza duruşları ondan olsa gerek. Ve yine duvarlarının kurbanlık süsü gibi rengarenk olması da ondan olsa gerek. Belki de işgal edildikleri için bu zamana kalabildiler. Öyleyse bütün evleri işgal edelim. Öyleyse dünyayı işgal edelim.
Yıkamasınlar
Hasan Sever
Zürih, 21 Mart 2012
27 Ağustos 2022 Tarihli Güncel Durum: Binalardan fotoğrafa göre solda olan yıkıldı. Oerlikon İstasyonu’nun kuzeyi Max Frisch Platz ismiyle yeniden inşaa edildi ve doğrusunu söylemek gerekirse istasyonun bu yüzü hayli güzel açıldı. Zürih havaalanından trenle şehre iniyorsanız, Oerlikon istasyonunda trenin gidiş yönünün sağına bakarsanız alanın sağ köşesinde zamana direnen o binayı görebilirsiniz.