Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Tüketimin sınır tanımadığını ve bu sınırın ağacın gövdesini çoktan aştığını bildiğim halde şaşırıyorum. Bildiğim bütün teoremlere ve ideolojik formasyonlara rağmen şaşırıyorum.
Bazen, beynimin çatlayacak raddeden çalışan biri bilgisayar gibi aniden çökeceği duygusuna kapılıyorum. İnsan diyorum kendi kendime, nasıl bu kadar kendine düşman ve kendine azman olur ki! Nedir bunun dürtüsü? Para mı? İktidar mı? Megalamoni mi? Bir sınırı yok mu bu gidişin? Takılıp bir erin peşine, hangi kervanın hangi yolcusuyuz? 21. yy.da Şizofrenik şehirlerin, şizofrenik insanları mı olacağız? Hepimiz, hep beraber durup celladın boynumuza tüketim kemendini geçirmesini mi bekleyeceğiz? Sahi, bekleyecek daha ne kaldı ki; deccal dediğin geleli bir kıyamet ömür geçmiş ve biz hala “ o değil, o değil” diye kendimizi avutuyoruz.
21. yy.da Şizofrenik şehirlerin, şizofrenik insanları mı olacağız?
Fransız devriminin dünyaya attığı fırça darbelerinin toplamıdır o. O, burjuvazinin henüz “mahallenin yosması” olduğu yılların bir özet tablosu. Bir kadın; kirli, kıllı ve yarı çıplak: Özgürlük yani. Benden tam not. Bir çocuk, iki eli silahlı: yoksulluk yani. Silindir şapkalı biri. Siz yürüyün diyor sanki. Cesetlere, ki köhnemişliğin erleri onlar, basa basa yürüyorlar. Arkalarında bir halk. Paris ayaklanmış; en güzel aşklarından birini yaşıyor şehir. O aşk sinmişliği nerden geliyor sanıyorsunuz, işte o günlerden. Bir şehir ki devrimi yaşamışsa, aşkı tatmış kadına benzer. Daha üst mertebesi yoktur insanlığın.
Bir şehir ki devrimi yaşamışsa, aşkı tatmış kadına benzer. Daha üst mertebesi yoktur insanlığın.
Hayat devrimde durduğu gibi durmuyor. Aslında hayatın değil, onu yaşayan insanların marifeti bütün bunlar. Kaç yıl geçti ki şunun şurasında. 1830 yılının sonbaharında henüz boyası kurumamıştı “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosunun. Eugene Delacroix, bütün o coşkuyu ruhundan fırçasına aktaralı bir iki yüzyıl dahi olmamış. Geçen zaman insana evrildiğimiz evrim tarihimiz düşünüldüğünde, bir katre dahi değil. Belki de evrildiğimiz koca bir yanılgı; kim bilir.
Hayat devrimde durduğu gibi durmuyor.
Şehirlere, şehirlerin insan tüketen kalabalık yalnızlıklarına mahkum edilmişlerin defterini tutuyoruz her gün. Her gün yanımızdan, önümüzden, arkamızdan ben tükenmeye koşuyorum diyen insanları kaydediyoruz hafızamıza. İnsanlar ki, durmadan koşuşturuyorlar koca labirentlerde. Birlikte yaşıyoruz diyoruz. Birlikte ölüyoruz desek çok mu yanlış olur. Hadi başka türlü yazayım, birlikte ölmeye kalksak bundan daha iyi yaşam süsü mü olur? Ölüm süsü verilmiş yaşamlar değil, yaşam süsü verilmiş ölümler yaşıyoruz. Durmadan, usanmadan ve güle oynaya ölümlerimizi canlandırıyoruz.
En mahremimiz televizyonlarda, en dokunulmazımız sokaklarda ve en içimizdeki vücutlarımızda oyunlaşıyor. Oyun oynuyoruz. Bütün yarattıklarımıza ihanet ede ede ölüyoruz. Pazara sunulmadık ne halimiz kaldı ki.
Birlikte ölmeye kalksak bundan daha iyi yaşam süsü mü olur?
Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Dün Paris’in orta yerinde özgürlük diye bağıran kadın, şimdi bir banka reklamında kapak güzeli olmuş. Tüketin diyor, burjuvazi; tüketin, tüketin ve yine tüketin. Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik dediğin burjuva lügatte böyle geçiyor artık. Geçsin, canı cehenneme, ama benden geçiyor. Benden ve beni yol ederek kendi ahlaksızlığına. İnsanlar kıra döke tüketime koşuyor. Kendilerini, etrafındakileri ve en nihayetinde dünyayı tüketmeye koşuyorlar. Bir kadın, bir çocuk ve bir erkek, manadan uzak ifadelerle sonlarına koşuyorlar. Şimdi diyor burjuvazi, ya tüketirsin ya tüketirsin. Her durumda tükenen sensin. Var mı tükenmişliğinden öte köy. Boşuna denmiyor, ölmeden canımı alma diye. Ölmeden alınan can, tüketim hastalığına tutulmuş candır. Çok var, çok…
Tüketin diyor, burjuvazi; tüketin, tüketin ve yine tüketin.
Yine de üzüldüm görünce. İnsanlığın binbir emekle kotardığı bir devrim, bir banka reklamına kapak olacak kadar düşmemeliydi. Gerçi burjuvazi bunu huy edineli çok oldu ama yine de bir yerlerine dokunuyor insanın. O devrim ki, burjuvaziyi çıkardı ortaya ve yine burjuvaziyi gömecek tarihe. Budur bütün mesele. Şimdilerde “rasyonellik” diyorlar. Ve o tarih ki hangi vakit yatağını beğenmeyip mümbit topraklara yönelmiş, atmış üzerinden hesabın kitabın ağırlığını. Budur bütün mesele.
Hasan Sever
Zürih, 14 Nisan 2010

