Hepsi uydurma…
Holmes: Watson, sabaha bir işin yoksa dokuz treniyle taşraya gidelim.
Watson: Hay hay. Kuzeye mi?
Holmes: Londralı olmadığını hep belli mi edeceksin?
Watson: Niye?
Holmes: Watson, bir Londralı için ingiltere kuzey, dünya güneydir!
Watson: Bu durumda biz neredeyiz?
Holmes: Merkezde Watson, merkezde.
Kahramanlarımız, sabah dokuz trenine biner, taşraya gider, meseleyi çözüp dönerler. Yalnız, Watson’ın durumu bilinmese de, Holmes için bu, sadece bir iş değil aynı zamanda gezi fırsatıdır da. O, İngiltere’nin “sonsuz” kırlarında gezme tutkunu bir kişidir; gezer de…
Aklımda Holmes’un uğraştığı türden bir muamma olmasa da Derby’nin Rolls Royce kanadına düşen bölgesinde yürürken evvela Holmes’u ardında da İngiliz’i düşündüm; başka ne düşünebilirim ki!
Trafik sağdan. Aman ha! Her karşıdan karşıya geçişte kendimi bir sınavda buldum. “Önce sağ ama sen ne olur ne olmaz, iki tarafa da bak.” Büyük ağabeyimin öğüdüdür; gerekmeyen İsviçre’de bile tutarım: “Yeşil yanıyorsa bile yola bakacaksın; hem sağa hem sola”
Sağı solu kuşkulu bir milletiz. Ne olur ne olmaz; bakmakta fayda var. Öyle de yaptım. Sonradan kurulmuş, nispeten yeni evlerin arasında, sokakta ve caddede karşıdan karşıya geçerken hep iki tarafa da baktım. Kücücük tuğlalarla “modüler” inşa edilmiş evlerin hepsi aynı yapı. Ufacık kapılar omuzlasan içeriye çökecek gibi görünüyor ama sağlam; biraderin evinden biliyorum. O yıkılacakmış gibi duran kapıların üstünde alarm kutuları ve kapının içinde en az iki kırılmaz “dil.” En uyduruk kilitleme sisteminin dahi bir numarası (gizi) var.
Kara Avrupası’nın toprağını biliyorum; karamış, kese kese, verimsiz bir topraktır. “Teknolojik tarım” uygulanmasa katta tek dal ot yetişmez. İngiliz toprağı da öyleymiş. Göz alabildiğine uzayan yürüyüş yolunun sağında solunda tarlalar uzanıyor. Az ötede bir fabrika; yanmış benzin kokuyor ki o kokudan nefret ederim. Daha da ötede Rolls Royce binası; İskenderun’un Demir Çeliği, Batman’ın Raman’ı ve Zonguldak’ın Kömür Madeni. Hesap aynı. Çıkar bunları şehirlerinden, ne kalır? İşte Derby için de öyle; bir şey kalmaz.
Toprağa şöyle bir sert basıyorum; biliyorum rahat yok. Oğlum Hasan, bu kafayı nereye taşısan sana rahat yok. “Benerci kendini niye öldürdü” diyorum. Bu bir. İsmini unuttum, Nijeryalı bir yazar (1), İngiltere’deki işini bırakıp, Shall’in talan ettiği memleketini kurtarmaya gitmişti; astılar. Bu da iki. Üçüncüsü tanıdık; ingiliz sicimi; boynumda izi hala canlı. Dördüncüsü; ingiliz anahtarı, bütün vidalarım yalama. Beşincisi, ingiliz kumaşı; kim ki sırtına geçirir, içine “şeytan” alır. Dur dur, tamam. Ya insan gibi yürü, ya dön, otur oturduğun yerde. Bir kere de olsa “kötüye” yormadan geç gördüklerini.
Peki: unuttum, sildim, yazmadım (gittim geldim / ben beni yendim)
Ne diyor Tom Waits: “Dostlarımı sigara yapmış, filtresine kadar içiyorum.” Sigarayı bıraktım, dört yıl oldu.
Çoktandır dinlemiyordum bu “adamı.” Kulaklarım hariç her yanım düğün bayram. Ha ha ha. Tom, al sana birkaç dize de benden:
“Külünü sakladığım sigara
Sigarasını sakladığım sevgili
Kraliçenin kıçının az ötesinde
Bayır aşağı
İngilz Pub’ı
Oturmuyorum ama bonkörüm
Bütün biralar benden”
Nasıl, oldu mu?
Hasan Sever
Derby, 16 Aralık 2010
Fotoğraf: İAS, Derby-İngiltere
(1) Ken Saro-Wiwa. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ken_Saro-Wiwa