Korsan Marcos

Üçüncü Bölüm

Korsan Marcos – Prenses İrene – Battal (ve 21. Asırdan Gelen İnsan) Diyaloğunun Tahrifatsız Hali 

Dostum Ali Osman Koçak’a

Battal, öldürmek maksadıyla gemisine kadar geldiği Korsan Marcos’la ezber bozan bir sohbetin içine girmiş, sohbet boğma rakıyla taçlandıracak kadar ileri götürülmüştür. İki erkeğin ona bakarken tek yürek attığı Prenses İrene, erkeklerin tersine, daha zor bir durumda kalmış, aklını daha da önemlisi yüreğini toparlayabilmek için dışarıya, güverteye çıkmıştır. Vakit tarifsizdir. Gündüz de olabilir gece de. Bir şey kadimdir ama, Ege, beşiğine aldığı gemiyi, o gemide insanları, o insanlarda yürekleri bir o yana bir yana usul usul sallamaktadır. 

“Ege’nin mavisi kimin gözleri; köpüğü, tuzu, yosunu, balığı, mercanı, rüzgarı kimin? Ege kim? Hiç düşündün mü dostum? Dağların, ovaların, akar suların; cümle canlının sureti kim? Niye her kara denizle biter? Niye, her deniz karaya baş koyar? Kimiz biz cebbar dostum? Verdiğimiz kimin kavgası? Esas mühim sual bu değil midir? Verdiğimiz kavga kimin? Kim var bünyemizde. Hiç dinledin mi şehri vücudunu? Orada, orada toprağın üstünde dal, içinde kök olan sen misin? Sen misin güzel dostum, sende adem olan bünye? Yok, yok, yok. Alkolün tesiri değil! Haşa! İçinde olmayan soruyu alkol nasıl var etsin? Değil mi temren dostum. Ellerimizde kılıçlarımız. Sende doru atlar, alnı akıtmalı; bende kararmış gövdeli kestane gemiler. Tarih mi yazarız, tahrif mi ederiz? De bana kartal dostum. Tozunu yuta yuta geldiğin toprağın mı kavgasıdır? Gökte bulut, çeşminde damla; rüzgarı doldurup koynuna ne diye koştun bana? Toprağın kavgası olmaz ibrişim. Olur diyen yalan söyler. Olur diyen, nefis yılanını toprağın altına saklayandır. Nefistir seyit dostum, bizi çileden çıkaran. Ben alim değilim; ama bir hayat yaşadım, ne saadet ki kantar yüreklim; kendime, sana, sevdiklerime, şu denize, karşı ovaya, dağlara yüzüm kızarmadan bakabilirim. Ah ah ah budur işte cümle kavga. Bakabiliyor musun bir ağacın yaprağına utanmadan; bakabiliyor musun denizin köpüğüne ar duymadan? Oturmuş kayıt dışı bir hayat yaşıyoruz. Kayda alınır mı? Kim bilir? Bak, bak çelebi dostum, vakanüvis durmadan kalem oynatır. Kim okur bizi? Kim anlar? Kim tanır? Aha budur, bu andır yaşadığımız, gerisi tevatür. Denizdir, rüzgardır, tuzdur, gemidir; sensin güzel mihmanım, benim. Ötesi sadece kuş tüyünden bir dilek. Kim nereye üflese o yana gider. Şimdi biz üflüyoruz; ya yarın? Hayatın kanadından nefesini çek, pat diye düşer yere. Nefesi, benim derviş dostum, hayata tutmak lazım. Bak nasıl beşik gibi sallanıyoruz. Bu da tabiatın nefesi. Biz de, o da bir nefesle hayattayız. Hal böyle kavli sadık dostum. Günün selamından geldin. Alnında şarkın güneşi. O güneşi koydun sofraya; aydınlandım. Müteşekkirim. Hadi, daha fazla uzatmayalım. Ege, beşiğinde sallanan bir bebek. Biz o bebeğin kucağında bebek. Soframızdan ve dilimizden kelam eksik olmasın. Eksik olmasın kamil dostum. İçelim. Dışımız zaten güzel, içimiz de güzelleşsin. De hadi.”

Battal, derin bir huşu içinde Korsan Marcos’u dinliyordu; çünkü Marcos, Battal’ın iç sesiydi. Battal iç sesini ilk kez başkasının ağzından hem de gramı tartılmış kelimelerle dinliyordu. Marcos’a baktı. “Görüntü aldatırmış” dedi içinden. İç sesi tekrar içine girmişti, “insan kendini niye öldürür,” diye düşündü?

“Alim Dostum, insan niye kendini öldürür? İnsan niye birine düşman olur? İnsan niye – kendine – düşman olur?”

Battal bunları söylerken, gözlerini yer sofrasının herhangi bir noktasına dikmiş, zihninin çok uzak diyarlarında dolaşıyordu. İlk kez kendini hiçbir yerde hissetti. Bütün ağırlıklarından kurtulmuştu. Ne kuşandığı kılıcın, ne yüreğine dert ettiği davanın ne de aklını istila eden iktidarın ağırlığını hissediyordu. “Bu da mümkünmüş” diye geçirdi içinden. Marcos, Battal’ın sessizliğini kadehine koyup, yudumladı. Boğma rakı nefes açıyordu. Bağdaşını tazeledi. Marcos, şaşırtcı derecede, bir şarki gibi bağdaş kurabiliyordu; hatta Battal, zaman zaman, uyuşan bacaklarını açmak için pozisyonu değiştirirken, o, kıpırtısız durabiliyordu. Battal, başını kaldırıp Marcos’a baktı.

“Başka bir tarih mümkün mü diyorsun?”

Marcos, dostuna doğru eğilip, en sevgi dolu sesiyle,

“Mümkün de laf mı, çelebim, itin olur diyorum, itin.”

İkisi de kahkahayla gülmeye başladı. “İtin olur” lafı Battal’ın çok hoşuna gitmişti. Kahkaha arasında “itin olur” deyip duruyordu. Birden kapı açıldı. İki bünye ilk kez tek bünye olup kapıya baktı; çünkü kapıdaki O’ydu. Her iki bünye de aynı şeyi görüyordu. Her iki bünye de aynı şeyleri hissediyordu. Çok kısa süren bu andan sonra, Prenses İrena’nın yanında bir erkek belirdi. Tek bünye tekrar ikiye ayrıldı. İki çift göz, kendine has erkeklikleriyle gelen erkeği süzmeye başladı. Gelen, uzun boylu, yapılı, esmer tenli, çevresine dünyayı dinliyorum gözleriyle bakan, saçları önden hafif dökülmüş, gözlüklü, gamzesi çenesinde, yakışıklı, babayiğit bir erkekti. İçeri girdiler. Prenses İrene, misafiri tanıştırmak için söze başlayacaktı ki, misafire adını sormadığını fark etti. Durumu hemen anlayan misafir, kendisinden umulmayan bir tutuklukla, önce bir iki el kol oynattı, boğazını temizledi, baktı olmayacak, vakanüvise dönüp, diğerlerinin anlamayacağı bir dilde “Hoca n’ettin ya? Attın bizi diyaloğun içine, insan önceden bir haber verir”. Vakanüvis, “Hocam inan benim bir günahım yok. Yaz diyor yazıyorum.” Misafir, başa gelen çekilir kabilinde durumu sineye çekip,

“Ya kusura bakmayın. Normalde tutuk değilimdir. Cebimizde, her daim, dünyaya dair bir çit sözümüz vardır; fakat inanın çok uzaktan ve habersiz geliyorum.”

“Uzak?” diye sordu Marcos.

Misafir anladı Marcos’u,

“Yok yok, yer mekan olarak değil, zaman olarak uzaktan geliyorum. İnanır mısınız bilmem, 21. Asır’dan geliyorum.”

Şaşırmışlardı. Duruma şaşırmayan tek kişi Prenses İrene’ydi. O anlamıştı misafirin başka bir asırdan geldiğini.

“Anlamıştım” dedi, “Dışarıda tokalaşırken ellerinizden anlamıştım.”

Battal’la Marcos henüz an’a gelmediklerinden, Prenses’in anlamasına da bir anlam veremediler. 21. Asır’dan Gelen İnsan, içinden, “nasıl anlaşılır ki?” diye geçirdi. İçinden geçen soru, gözlerinde okunabildiğinden, Prenses yanıt verdi.

“Bir erkek en çok eliyle anlar; ve o eli eline alan kadın, hepsini anlar.”

Göz göze geldiler. Prenses İrena, 21. Asır’dan Gelen İnsan’ın yüreğine, köz gibi iki dize bıraktı

‘Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.

Yüz bin elle dokunurum sana, …”’

  1. Asırdan Gelen İnsan, virgülün boşluğundan yararlanıp, fısıltıyla, sevgi ve şaşkınlık dolu bir tonla tamamladı dizeyi

“İstanbul’a. … Prensen İrem, pardon, İrene, Nazım’ı, Ceviz Ağacını, İstanbul’u biliyorsunuz?

“Biliyorum tabii. Bu toprakta yetişen her yüreğin içinde vardır o; onu bilmeyen, yüreğini dinlemeyendir.”

“Ne güzel söylediniz.”

Korsan Marcos’la Battal, ikiyi üçe çıkarmamanın gayretiyle, çarçabuk, gözlerle anlaştıktan sonra 21. Asır’dan Gelen İnsan’ı sofraya davet ettiler. Davet, büyük bir hüsnü kabulle karşılandı.

“Çok teşekkür ederim. Bir kadeh alırım. Madem zamansız bir yolculuğa çıktık, içelim. Motoru yakmayalım.“

Hep birlikte güldüler.

“Sen” dedi Battal, “muhabbetimizden haberdarsın anlaşılan.”

“Öyle. Büyük bir ilgiyle takip ettim. -Galiba bu da bedeli-”

“Asrını anladık, çok uzaktan geliyorsun; ya şehrin?”

“İstanbul”

Marcos, Battal’a döndü,

“Gördün mü Battalım, gelen İstanbul’dan geliyor. Ne dersin, gidelim mi biz de?”

Battal, eliyle Marcos’a sorunu aldım işareti yaptıktan sonra, nefesini zor bela ayarlayarak sordu,

“İstanbul … kimin elinde?”

  1. Asır’dan Gelen İnsan, Battal’la göz göze geldi. Battal’ın gözleri, sınav sonucunu merak eden talebenin gözleri gibi; derin, sığ, dalgalı, durgun, heyecanlı, çaresiz, umutlu, umutsuz, her şeye hazırlıklı, hiçbir şeye hazırlıksız, telaşlı ve telaşsızdı. Sol elini açıp, Battal’a uzattı,

“Benim elimde. Benim sol elimde; ama ben, onu bir türlü sıkamıyorum.”

“Yumruk gibi mi?” dedi Marcos,

“Kılıcın kabzasını kavrar gibi mi?” dedi Battal

  1. Asır’dan Gelen İnsan, eli açık olduğu halde, bakışlarını Marcos’la Battal’ın yüzünde gezdirip, yanıtladı:

“Hayır.”

“Bir deste çiçeği tutar gibi” dedi Prenses İrene, fısıltıyla.

Vakanüvis, yazı tezgahını toplamaya başladı; fark etmediler. Prenses İrene sandalyede; 21. Asır’dan Gelen İnsan, Korsan Marcos ve Battal sofraya oturmuş haldeydiler.

Vakanüvis kapıyı kapatmadan önce son kez böyle gördü.

Bütün gözler sol ele bakıyordu.

İstanbul Latincesi’nden tercüme eden:

Hasan Sever

Zürih, 28 Eylül 2011