Beşinci Bölüm
Portakal Çiçeği Fırtınası
Sevgili Dostum Murat Yavanırmak için
Mülteci teknesinin burnu havayı son kez soluduktan sonra, takati tükenmiş insan gövdesi gibi suya gömüldü. Ege, ne yapsa bilemedi. İlk kez, en azından muharririn şahit olduğu ilk kez, sularından utandı. Kıyıda, beyaz badanalı evin bahçesinde, çiçeklerini güneşe sermiş portakal ağacı, Ege’nin cümle ızdırabını, toprağın yedi tamu dibindeki damarından, Tuba Ağacı’nı gıdıklayan en uç filizine kadar hissetti. Korsan Marcos’un Başkorsanlık gemisinin güvertesinde, yanında Prenses İrene olduğu halde, asrını tanıyan gözlerle trajediye bakan 21. Asırdan Gelen İnsan gözlerini kapattı. “Fakat” dedi içinden “ben kapattım diye, kainat da kapatmadı ya.” Üzüldü. Vicdanlıydı. Utandı. “Fakat” dedi yine içinden, “gücüm yetmiyor bu acıyı görmeye.” Prenses İrene, 21. Asırdan Gelen İnsan’ın göz kapaklarını açmak istercesine omuzuna dokundu. 21. Asırdan Gelen İnsan’ın göz kapakları; ışığı sarı, sahnesi mavi, köpüğü beyaz bir yere açılacaktı ya, hayır! Ege, Portakal Çiçeği’ne kesmişti. Şaşırdı. Prenses İrene’ye baktı. Prenses İrene, “evet, ben de gördüğünü görüyorum” dedi gözleriyle. 21. Asır’dan Gelen İnsan, Prenses İrene’nin gözleriyle söylediğini, kalbiyle duydu. “Ama” dedi kalbiyle, “insan anlarsa huzursuz olur.” Prenses İrene gözleriyle, “bir önceki bölümden alıntı yaptı: “‘Huzur bencillerin limanıdır.’ Sen bencil değilsin zaten.”
Muharrir yazmaya ara verdi.
Ege, üstü yekten Portakal Çiçeği; Başkorsanlık Gemisi; geminin güvertesinde iki insan; içerde henüz yazıya çıkmamış Battal ve Korsan Marcos, peyaz perdeye yansıyan son kare film gibi muharririn ekranında duruyorlardı. Muharrir, ekranın sağ alt köşesine baktı. Saat, 11:11 berabere; tarih, 8 Ağustos 2013. Bugün bayram. “Bugün”ü yazınca aklına en çok gelen şey geldi (yine)
bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum
Muharrir pencereden dışarıya baktı. Hava kapalı. Yağmur yağıyor Orta Avrupa’ya. Duvarda Cahrlie Chaplin; camı kırık, şanına yakışır, çıplak duruyor çerçevede. Saat, 11:13. Yine bozuldu beraberlik.
Prenses İrene, birini işaret etti. Buna ilkin muharrir şaşırdı; çünkü bunu muharrirden bağımsız yapmıştı. 21. Asırdan Gelen İnsan, prensesin gösterdiği yere baktı. Muharrir pes etti, “gittiği yere kadar” dedi içinden. Ortaokul çağında bir çocuk; matematikte zehir, işaret parmağında iğne delikleri, portakal ağacından indi; çıplak ayak, kıyıya kadar geldi. Ege’yi, kenarından, iki eliyle kavrayıp, Akdeniz üstüne bir top kumaş gibi yaydı. Bu tarihin kaydettiği ilk Portakal Çiçeği Fırtınasıydı. Yağdı, yağdı, yağdı çiçekler. Bir vakit güneş görünmez oldu. Prenses İrene, 21. Asır’dan Gelen İnsan’ın elini tutup, “Korkma” dedi. Bütün çiçekler, Prenses İrene’nin üstündeki beyaz elbiseye yağıyorlardı. “Bunca çiçek?” dedi, 21. Asır’dan Gelen İnsan, şaşkındı. “Unuttun mu?” diye sordu Prenses İrene, “Dünyayı biz doğurduk; kadınlar.” Çok uzak bir mektebin arnavut kaldırım taşlarıyla döşeli yollarında bir delikanlı, çantasında “akışkanların mekaniğini” taşıyordu. “Gördün mü?” dedi Prenses İrene, “terzi çırağı.” 21. Asır’dan Gelen İnsan, “Prensesim” dedi, “sizi yaşadığım asra götürememek kahrediyor beni.” Prenses üstündeki elbiseyi gösterdi “verev kesim” dedi, “bilir misiniz?” “Bilirim” dedi 21. Asır’dan Gelen İnsan, elbiseyi parmak uçlarıyla okşadıktan sonra, parmaklarını burnuna götürdü. “Prenses’im, Portakal Çiçeği kokuyorsunuz” dedi. “Sadece o değil” dedi Prenses İrene, “bak bu da terzi çırağı çocuğun marifeti. Elbiseden arta kalan Portakal Çiçekleri’nden yapmış.” 21. Asır’dan Gelen İnsan, beyaz, kenarları işlenmiş mendili eline aldı. “Yazılı bir mendil” dedi şaşkınlıkla. “Evet” dedi Prenses İrene, “ben yazdım.”
Portakal Çiçeği
7 Eylül 2012 tarihinde, İzmir açıklarında batan bir mülteci teknesinde ölen 3 bebek, 28 çocuk, 18 kadın, 11 erkek için.
Kış günü, oturtup istasyon soğuğuna Gecikmiş hesaba kapak yatıysam da, Bilmiyorum nasıl kokar Portakal Çiçeği. Mesela, insanın içine mavi bir güneş mi doğar Yoksa, ılık bir yağmura mı tutulur beden Belki de gümüş bir ormanda yürür, Sakladığı meşe palamudunu bulamayan sincap gibi; Dedim ya bilmiyorum. Fotoğrafta beyaz duruyor Beyazı tanırım; kör eder bakanı Kör eder çünkü bütün renkleri kendine saklar. Geçen, çok uzakta biri paltosunu düşürdü Güneşe yamaç oturmuş, bunları düşünüyordum. Bağırsam dedim, bağıramadım Havaalanı üç adım mesafe Belli ki uçak telaşında. Fotoğrafını gördüm göreli, Portakal Çiçeğim, Sesim hiçbir yere çıkmıyor. Aklımda hep aynı şey, Ege’de kalmış son nefesin Su damlıyor saçlarından; tuzlu, mülteci. Saçının her teline şiir yazsam ki ne Canı cehenneme seni kurtarmayan şiirin; Tuzu tutsun, kör olsun, Sana nefes vermeyen deniz. Kokun neye benzerdi Portakal Çiçeğim? Hani bir aceleyle aldılar ya seni içimizden Belki yolun düşmemiştir mahalle bahçesine Tenin; terli ve süt Ayaklarını öpsem, ölürüm; biliyorum İşte buna benzer bir acı dedim kendi kendime Ve korkuyorum da bir yandan ... Ya anlatamadıysam diye.
Hasan Sever
Zürih, 8 Ağustos 2013
Marcos: Battal, geçen bir yerde okudum, “bir insandan bir insana en kısa yol, şiirdir” yazıyordu. … Battal? Batttaaal? Yüce Denizler, bunca zamandır kendi kendime mi konuşuyorum!
…