Hangi yaramızı sağalttı ki Ankara!
Kürt inadıyla, inatların en güzeliyle yaşadın.
Karıncaya su verdin, kelebeğin kanadından diken ayıkladın. Kaçan tavşanı art ayağından, uçan turnaya kıydığını görmedim. Sararmış başak tarlasında, büyük bir çalımla tırpan salladın. Darda kalmış yolmacının akşam üstü Hızır’ı, fırtınada şaşırmışın el feneri oldun. Koltuğunun altında hep bir iyilik sakladın. Nurhak’tan, Setrek dağlarına kadar basmadık yer bırakmadın.
Ne güzel ağırladın misafirini; kimsesizi aç, açı biilaç bırakmadın.
Bir yaz günü ayrılırken aramızdan, ne gideni ne kalanı incittin; ellerinden öpüyorum.
Kışa alışık ellerin, şimdi, bir yaz gününde inerken toprağın soğuğuna, bir daha şöyle bir çalımla yürümemek üzere hoşçakalın dedin. Giderken, kendin çektin son nefesini. İnadın en yakışıklısı, yakışıklıların en inatçı haliydin. Kimseye kalmadın. Kimsenin nefesini üstünde yaşamadan; bir ağaç gibi ayakta, bir gezgin gibi yamaçta, bir avcı gibi patikada ayrıldın aramızdan. Çok yumuşak; hep yaptığın gibi, usulcacık ayrıldın hayat izleğinden…
Güle güle Amcam…
Kızımın tenine emanet bakışların emanetimdir…
Güle güle Hasan…
Hoş geldin; geldin, doldurdun odamızı…
Güle güle Mam Hasan…
Bir tas su gibi geçtin aramızdan. Suretinde suretimizi gördük; eyvallah
Güle güle Amcam…
Hep hoş bir heyecanla katettiğin Ankara-Elbistan arasını gözün kapalı geçtin. Bıraksak zaten, gözün kapalı varırdın memleket toprağına
Güle güle Amcam…
Toprak senden, sen topraktan hoş olasın. Başında dumanlı bir başak tanesi gibi dolansın poyraz rüzgarı. Kurtkulak’a bakan taşının, Nurhak’a dönük başının üzerinde keklikler, bıldırcınlar uçuşsun.
Güle güle Amcam…
Sen Elbistan’ın, Elbistan Senin olsun. Hoş olsun; sofran, sohbetin bol olsun.
Güle güle Amcam; güle güle…
Beklersin sanmıştım; beni bağışla…
Yeğenin Hasan Sever,
Zürich, 3 Mayıs 2010