Telefon Direkleri

Bölüm 10

Bir kadının en çok … yüzü tabii.

Ne güzeldin! Evden çık, biraz yürü; tık tık tık, merdiven bitiminde sola dön, pencereden satış yapan bakkalı hatırladın mı? Ekmeği alıp döndüm mü, kapın karşımda dururdu. Eğer şansım var da sen kapıdaysan, karşımda dünya olurdu. Başında yazma, yazmanın kenarı işlemeli, gözlerin buğulu; kalıbımı basarım, sen de iç mülteci. Yüzün, genellikle beyaz olurdu. Beyazın deryasında yer yer, burnunu zor bela sudan çıkarmış dağ zirveleri. Kim bilir içinde hangi derdin dağı vardı. Yine de serin bakardın. Yaz sıcağında, poyraz esintisine denk gelmiş gibi ferahlardı insan. Bana, çocuğa bakar gibi bakardın. Ben sana, çocuğun baktığı gibi bakmazdım. Önce yazmanı alırdım başından. Saçların ne renkti bilemedim. Fark etmez. Sisi dağılmış orman gibi çıkardın ortaya. Şehrin bütün binaları yeşile batardı. Biz, bir masaldan diğerine atlarken, ben büyür, sen hep aynı yaşta kalırdın. Ömürlerimiz bir birine değdiğinde, elimi uzatırdım. Elim ağaca keser, cümle orman biz olurduk.

Ben küçük değilim, n’olur sen de küçül. Küçül birlikte taşıyalım şu ekmekleri. Bir somunun içine girelim. Göz göz olmuş hamurda, bir çift gözümüz olsa neye yetmez? Demezler mi samanlık, aşıklara derya. Ekmeğin içinde seni severdim. Ne zaman yere düşsen, öpüp başıma kordum. Hadi. Bak elimde ekmek üstü ciklet. Bozuğu yokmuş. Tüm bakkalların ortak lisanı. Cikleti sana vereyim. Sen de öp beni. Öp hadi. Milletin içinde olmaz deme. Milletin içi kötü. O vakit, kapayalım gözlerimizi. Bütün Mardin kapansın. Uzat dudaklarını. Dudaklarımla görürüm seni. Yine de olmaz dersen, yazman bende kalsın. Kalsın, bir ömür, gelin koksun boynum…