Bölüm 7
Çitlenbik bilir misiniz? Çedene dendiği de olur. Yüksek Türkçesi Menengiç’tir. İlmi tarifinde, fazla boylanmaz yazıyor; fakat benim aklımda kalanı koskocamandı. İstanbullu çocuğun öldüğü yolun üzerindeki bağlarda gördüm. Mayıs başı gibiydi. Bahar zoruyla boy atmış çayır çimen boynunu bükmeye başlamış, ortalık sıcaktan bunalmış ot kokuyordu. Çitlenbik henüz olgunlaşmamıştı. Kuş gözü misali yahut büyümemiş üzüm tanesi gibi ağaca dadanmış, tıklım tıklımdılar.
Bağ arkadaşımın arkadaşınındı. Küçücük ve bakımsız. Susuz kuyuyu ilk orada gördüm. Kuyu dendiğine bakmayın, toprağın bağrına oda gömmüşlerdi. Bahar suları boşa gitmesin diye, toprağa gökyaşı çanağı oturtulmuştu. Tek damla su yoktu. Demek o bahar, yaza kalacak kadar gök ağlamamıştı.
Çitlenbikle yıllar sonra ODTÜ 1. Yurt’ta da karşılaştım. Dalından alınmış, “çıt çıt”, kahve cezvesinde yağına dolgun, kopkoyuydu. Kokladım, üfledim, içtim.
Bağ dönüşü, niye bilmem, otobüs terminaline uğramıştık. Mardin Otobüs Terminali, tepeden okulumuzun çatısına, stada ve Kızıltepe yoluna bakıyordu. Bu tepe, maç günleri başta çarşı iznine çıkmış askerler olmak üzere, çoluk çocuk dolardı.
Bir keresinde ben de o kalabalığın içindeydim. Konuşan herkes futbol uzmanıydı. Yakasını gevşetmiş, yaşı geçkin bir er, “Niye topu havalandırıyorlar ki! Bu havada yerden oynamak gerekir” demişti. Hava yağmurlu ve rüzgarlıydı. Karpuz çekirdeği satan seyyar satıcılar, tezgahları boşaltmış maça dalmışlardı. Önce bir bağrış duyduk, arkasından koşuşturma. Tablalardan biri taşından kurtulmuş yokuş aşağı gidiyordu. Tam merdivenin başında ulaştılar. Tablaya asılan çocuğun ellerini hiç unutmadım. O eller, nereye yapışsa orayı kurtarır. Tabla taşına çekildi. Bir dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi maça dalmıştık.