Telefon Direkleri

Bölüm 3

Birazdan; uzun burun, amarikan yapım, mekanik kol kapılı, oturumu rahat, askeri servis gelip, ağabeyimi bırakacak. Ağabeyim, elleri palaskasında, yolu kontrol ederken, Mardin, ovaya yıkılması diye, şehrin önüne dikilmiş sağlam bir destek gibi dimdik duracak. Önce sağa, sonra sola; karar verdikten sonra mümkün değil bir daha etrafına bakmadan, karşıya geçecek.

“Karar her zaman verilebilen bir şey değildir. Ye verin, ya vermeyin; ama verdikten sonra onu uygulayın. En kötü karar, kararsızlıktan iyidir. Yazmak da öyle. Her şeyi yazmak zorunda değilsiniz, ama yazdığınıza karar vermiş olmalısınız, kararsız cümleler yazıyı dağıtır, bütünlük olmaz.”

Kararlı kararsız kompozisyonu bitirmem gerek. Tamam, beğenirse  20 lira alacam; ama, şimdi parasında değilim. İbo da bir şey yazmamış. Belki biraz ona bakardım. Önce bir giriş, sonra gelişme ama illa telefon direkleri… Muhakkak bahsetmeliymişiz. Yol kenarında, halaya durmuş Diyarbekir oyun ekibi gibi duruyorlar ya, işte onları anlatmamız lazım. Nasıl söylemeli, nasıl tarif etmeli bilmiyorum?

Mardin
Taş duvarların serin gölgesinde gelin hüznü
Kolonya, patates böreği, iskarpin kokulu şehir
Annem’in başağrısı
Çocukluğumun anlam eşiği
Yardım et bana!
Geldiydi… Herhalde, son kez anılarına bakmak için. Hacı sakallı, orta boy, etine dolgun bir erkek. Ev sahibimiz. Somyaya kuruldu. Rahattı. Ne de olsa kendi duvarları. Ağzı sarkmış ceket cebinden, koca bir nar ve küçücük bir çakı çıkardı. Çakıyla, narda küçük bir yara açtı. Baş parmaklarını yaraya soktu, tek tane düşürmeden, narı ikiye böldü: Bir parçası bizim, bir parçası onun gurbeti. İstanbul’a gidiyorlarmış. İki gurbetimizi toplasan bir sıla etmezdi; üzgündük.

Mardin
Bir ucu tugay
Bir ucu alay
Tugay Kızıltepe’ye bakar
Alay’ımız Nusaybin
Ötelerden kömür yüklü kamyonlar gelir
Kasa kara, şoför kara, yol kara
O yolun üzerinde, evimizin çapraz karşısında, meteoroloji istasyonu duruyor. İstasyonda Kırşehirli Salih Amca mesai görüyor. Salih Amca, sağı solu sarkmış, nekesin teki.

“Ben Angara’ya yermi deyom, Angara mumkun değel yermi demeyo. Madem öyle, baha ne demağa soruyon?”

Kağıt üzerinde şaka gib dursa da, yaşadığımız gerçekti. Ankara’nın Mardin için verdiği hava durumuna, sadece biz değil; durumu rapor eden meteoroloji memuru da inanmıyordu. Ankara, zaten, hep kafasındakini söylermiş; nereden bilecektik.

Hanım, çocuklar Kırşehir’de. Masrafa girip getirmiyor. Ekmeği, karısından daha çok seviyor. Alnı secdede, gönlü huzur deryasında. Dünyayı ne yüreğine ne aklına yük ediyor.  Haksız da sayılmaz, yaradanın olduğu yerde dünya, kula, ne tasa, ne keder, ne düşün, ne düş olsa gerekir. Bir tek, askerde, “ekmağın” içiyle ağzını silen komutan çocuğunu unutmuyor. Hayata duyduğu yegane öfke bu.