Telefon Direkleri

Bölüm 2

Kulübeden çıktım. Güneş, közü dağılmış ateş gibi büyümüştü. Annemle babam, gölgesi Mardin-Nusaybin yoluna düşen balkonumuzda oturmuş, bir şeyler konuşuyorlardı. Babam, belli ki cümlesini yeni bitirmiş, iki eliyle ceketinin iki yakasından tutup, ileri geri düzeltti. Annem bütün tartışma ve sohbetlerde olduğu gibi uzaklara bakıyordu. Beni görünce, geçeceğim yola baktı. Gözleriyle, beni, aldı karşıya geçirdi.

Evimizin girişi arkadandı. Sokağa bakan demir kapı, sonradan yapma bütün kapılar gibi hacı yeşiline boyalıydı. Avlu kapısından içeriye girince, evin girişine kadar dar bir yoldan yürümeniz gerekiyordu. Yerler arnavut kaldırımı, sağ taraf üç dört ağaçlık küçük bir bahçeydi. Binanın kapısı  antreye açılıyordu. Antre, komşunun evine; sağa, yukarıya basamak dayayan merdivense evimize, küçük bir sahanlığa çıkıyordu. Sahanlığın solunda, annemin bir türlü sevmediği daracık mutfak; mutfağın girişine yakın, Mardin’in susuzluğunu belgeleyen koca koca su küpleri; su küplerinin, ustaca, altına yerleştirildiği çatıya çıkan merdiven ve tam karşıda salon kapısı vardı. Salondan balkona geçtim. Susuyorlardı.

“Anne, Faraç Amca’nın kulübesinde bir deli türkü söylüyor.”

“Öyle mi? Deliye bakmaya mı gittin?”

“Evet. Küçük Memo çağırdı. Anne, deli kocaman. Bir sürü elbise giymiş.”

“Ne söylüyor?”

“Babamın türküsünü!”

Hiç farkında olmadan, muhteşem bir pas atmıştım. Annem için bu pası, kıvrak zeka ve diliyle gol yapmak işten bile değildi:

“Oğlum, deli delinin türküsünü söyler, ne olacak.”

Babam, annemden alabileceği en büyük iltifatı aldığından emin, gülümsemesini dudaklarında zor bela zapt etti.

“Hangi türkü?”

“Yavri, yavri… kuma kuşu”

“Kuma değil oğlum, huma. Huma Kuşu.”

“Baba hiç Huma Kuşu vurdun mu?”

“Olur mu oğlum? Huma Kuşu vurulur mu?”

“Senin baban peygamber, oğlum. Hiç günah işlemez.”

Annemle babamın arasındaki cereyanı bitirmem gerekiyordu. Bunun için yapılması gereken en kestirme iş, açık pencerelerden birini kapatmaktı.

“Anne, benim kağıt kalemim nerde.”

“İçeriye koydum. Küçüğünki de orda. Siz bugün ödevinizi yapmadınız? Bak abiniz birazdan gelir.”

“Bu sefer zor bir ödev verdi. Gelişimizi, yolculuğumuzu anlatacakmışız. Anne biz yolda ne gördük?”

“Oğlum, ben arabada gözümü açabiliyorum mu!”

“İbo’ya sorum bi’de. Nerde?”

“Topa gitti.”

“Topa mı? Ya beni niye çağırmadı?”

“Oğlum, sen deliye gitmişsin ya.”